Tanzimat’tan Cumhuriyete ve oradan günümüze kadar uzanan tarih içerisinde çok kolay ve çok ucuz bir şekilde bu ülkede “söz söyleyen, yazan, çizen, düşünen” insanlara “vatan haini” yaftası yapıştırmak olağan hallerdendir!
İlk önce şu bilgilerle vererek başlamak istiyorum yazıma.
1923-1938 yılları arasında Mustafa Kemal Atatürk dönemi,
1938-1950 yılları arasında milli şef İsmet İnönü döneminde ki “tek parti” iktidarı,
1950-1960 yılları arasında Adnan Menderes dönemi,
1960’dan sonra, ara ara Süleyman Demirel, Bülent Ecevit dönemleri,
12 Eylül 1980 askeri darbesinden sonra Kenan Evren dönemi,
1983’den sonra Turgut Özal dönemi,
Ve nihayet 2002’den günümüze kadar iktidarda bulunan Recep Tayyip Erdoğan döneminin en önemli ortak özelliklerinden biriside şudur;
“Siyasi tarihimiz; iktidar olanların kendi iktidarlarının devamı için, “eli kalem tutan”, “yanlış gördükleri icraatları sorgulayan”, muhalefet eden insanların eleştirilerini bertaraf etmekte bir beis görmeyenlerin adeta resmigeçidi gibidir!”
Şunu rahatlıkla söyleyebiliriz; 1923’de kurulan Türkiye Cumhuriyeti Devletinin tarihi; bugüne kadar da devam eden “rejim tartışmaları” yüzünden, her defasında kendisine (haklı ya da haksız) muhalefet eden ve bu muhalefeti iktidar eliyle yok etmenin tarihidir de!
İnandığım şu hakikati ifade ederek asıl söylemek istediklerime kapı aralamak istiyorum;
“Kin duyarak yapılan eleştiri, yıkar-yok eder ve daha çok düşman kazandırır!”
Necip Fazıl’ı okuyan, tanıyan ve düşünceleri üzerine onlarca makale yazan birisi olarak; “Üstadın ismi üzerinden bugün ki iktidara vurmak, ya da iktidar üzerinden Üstat düşmanlığı yapmak,“en hafif ifadeyle Necip Fazıl’ı tanımamak ve ona karşı büyük bir haksızlık yapmak demektir.”
Necip Fazıl, hayatı boyunca bu cemiyetin dertleriyle dertlenmiş, öne sürdüğü iddialarını her yönüyle ele almış ( katılmadığım tarihi ait düşünce ve tespitleri olsa da),sadece hadiselere değil şahıslara da nüfuz etmiş deha çapında bir zekânın, mücadelenin,“düşünce adamı ve şairidir.”
Hayatı mücadele ile geçen Üstat; zaman zaman çeşitli siyasi partilerin kadrolarından ümitvar olduğu ve birçok siyasi parti ile hareket ettiği için; düşüncelerinde “kırılmalar” yaşandı gibi görülebilir, bugünden düne baktığımızda. Onun içindir ki, üstada karşı olan çevrelerin, bu “gidiş gelişleri” bugün dahi dillerine dolamaları Necip Fazıl’ın hala anlaşılmadığının göstergesidir!
1944 yılında “Milli Şef İktidarı” yıllarında “Türkçülük Davasını” hatırlayalım.
Başta Zeki Velidi Togan, Nihal Atsız, Orhan Şaik Gökyay, Nejdet Sancar ve Alpaslan Türkeş olmak üzere bir avuç idealist insana “vatan haini” damgası vurularak hapse atılmış ve işkenceye tabi tutulmuşlardır.
Görülen davalar neticesinde bu insanlar cezalara çarptırılarak o güne kadar yaptıkları görevlerden uzaklaştırılmışlardı. Hâlbuki bu insanlar, Cumhuriyetin kurucu gücü olan “Türk Milliyetçiliği” davasını yazıp çizmişlerdi; ama o gün ki konumunu “savaşın galipleri olan Rusya ve ABD’ye göre belirleyen merhum İsmet İnönü ve hükümet, bir avuç Türk Milliyetçisine zulüm yapmışlardır.
1954 yılında hapishanede yatarken yurt dışına kaçan/kaçırılan Nazım Hikmet’in arkasından o günkü Cumhuriyet Gazetesinin; “tükürün bu vatan haininin yüzüne” manşeti hala hafızalardadır.
O günlerde yaşanılanları diline dolayan “sağ çevrelerin” Nazım Hikmet için “vatan haini yaftası” yapıştırması nasıl ki çok kolay ve çok ucuz olmuşsa, bugünde Necip Fazıl için; “sol/sosyalist” düşünce dünyasının, son zamanlarda bunlara eklenen fikirden yoksun “liberal muhafazakârların”, üstadı kolayca ve gelişigüzel eleştirip hakaret edebilmeleri aynı şeydir!
Bu ucuz eleştirilere bağlı olarak üstadı sürekli toplumun önüne atarak linç ettirmeleri aynı sıradanlığın ve yavanlığın sonucudur!
Necip Fazıl, Nihal Atsız ve Nazım Hikmet ismini duyunca “kuduz köpek” gibi saldıran bir kesim oluştu cemiyette. Onlara ait bir şiiri ya da bir düşünceyi paylaşmak, aynı zamanda insanın başına dert almak demektir!
Necip Fazıl diyorsun; hemen, “kumar oynardı, kadın bacakları şiiri yazmıştı” gibi, ucuz, sıradan ve aptalca tepkilere muhatap olmak zorunda kalıyorsun.
Nihal Atsız diyorsun; “o ırkçıydı”, Nazım diyorsun; “o komünist” diye saldırıya hedef oluyorsun.
Katılır ya da katılmazsınız, o sizin bileceğiniz bir şey fakat, şunu bilmemiz gerekir; bu insanlar mücadelesi olan, söz söyleyen, geniş kitleleri etkileyen büyük edebiyatçılardı.
İnandıkları dünyayı kurabilmenin hasreti ile yaşadıkları toplumun sorunlarını kendi ideolojileri çerçevesinde dile getirmiş “büyük şairler ve düşünce adamlarıdır.”
Bu bir hakikattir ve tarihe mal olan bu şahsiyetleri, ülkemizde seven, değer veren milyonlarca insan hala vardır ve bundan sonrada var olmaya devam edecektir.
Toplum olarak bu insanları sağlıklı bir şekilde değerlendirme erdemini bu saatten sonra artık gösterebilmeliyiz!
Benim düşünceme göre Necip Fazıl’ın siyasi partilerle olan ilişkisi “hak ve hakikat” karşısında ki mesuliyet duygusuyla ancak izah edilebilir. Bu tespitime rağmen, Üstadın siyasi partilere bu kadar yakın olmasını şahsen ben hiç doğru bulmadım. Bu konu gerçekten çok uzun ve çertefelli bir konu, zaten bu yazının konusu o değil.
Sadece tespiti yapmak ve üstadın “şahsa değil fikre bağlı” olduğunu gösteren bir misal olması nedeniyle şu örneği vermek isterim. Üniversite yıllarından yakın dostu olan Hasan Ali Yücel, Milli Eğitim Bakanı olduğu zaman; “kendi neslinin, bugünle yarın arasında köprü kurabilecek yegâne ümit nesli olduğunu taşıdığı için” ümitvar olmuş ve onu desteklemiştir.
Keza; merhum İsmet İnönü döneminin Başbakanlarından Refik Saydam’da Necip Fazıl’ın yazılarından sitayişle bahsettiği tarihi bir hakikattir. Bu yüzden, Refik Saydam, Üstadı CHP’den milletvekili adayı olarak İnönü’ye taktım etmiş fakat “milli şef” Necip Fazıl ismini kırmızı kalemle çizerek listeye almamıştır! Bu konuyu “Babıâli” isimli eserinde anlatır üstat.
Burada bir şerh düşmek isterim. Özellikle sosyal medyada ismini duyar duymaz Necip Fazıl eleştirisi yapan üstat düşmanı bir takım insanlar; “işte sizin üstadınız, bir zamanlar CHP’ye adaylık başvurusu yapmış buna ne diyeceksiniz?” diye eleştirir, soru sorarlar. Cevap vermeye değmez böyle bir sürü cahilce eleştirilerle karşılaşmak sosyal medyada olağan hale geldi zaten. Hadi cevap vereyim yine! Be hey cahil, çünkü 1947 yılına kadar ülkemizde sadece CHP diye bir parti vardı. Yani, Kazım Karabekir Paşadan, Adnan Menderes’e, Celal Bayar’a kadar herkes Cumhuriyet Halk Partiliydi!
Özellikle DP (Demokrat Parti) dönemin de Merhum Başbakan Adnan Menderes’le olan ilişkisi çok fazla dile dolandırılıyor Necip Fazıl’ın. Birilerinin “kini” bu dönemdeki yaşanılanlar üzerineyse bilmelerini isterim ki; adı geçen bu dönemde Necip Fazıl en fazla yargılamalara ve hapislere maruz kalmıştır! Evet açık yüreklilikle söyleyebilirim ki; “örtülü ödenekten“ dergi basımı için alına para beni bugün dahi rahatsız etmektedir. Fakat bu konuda da çifte standart olduğunu söylemeliyim. Örtülü ödenek kanunu çıktıktan sonra, kimlerin bu havuzdan para aldığını çok iyi biliyorum. Bu konu hakkında araştırmalar yapıp özet bir yazıda hazırladım.
Yine de şu tespiti de yapmak isterim. Bu ülkede Cumhuriyet tarihi boyunca iktidarlarla yakın ilişki içerisinde olmayan çok az “yazar-gazeteci” vardır. Necip Fazıl’ın farkı şudur; iktidara yakın olmasına rağmen en acımasız şekilde onları eleştirebilmiştir.
12 Eylül askeri müdahalesinin bir Amerika müdahalesi olduğu konusunda herhalde okuyucularla hemfikiriz. Pekâlâ, neden 80’nine merdiven dayamış Üstat bu cuntanın hışmına uğramış ve 1983 yılının mayıs ayına kadar yani ölümüne kadar ev hapsine tutulmuştur. Günün koşullarıyla yazılan çizilen her şey, bugünden bakıldığında tam anlaşılamaz. Amerika’nın politikalarını övmekle itham edilen Necip Fazıl, neden o yaşta hala haksızlığa uğramış ve “hapis korkusuyla” son yıllarını geçirmiş, hiç düşündük mü acaba?
Bu ülkede düşünen, akl eden ve sorgulayan insanlara “vatan haini” yaftası yapıştırmak maalesef çok kolaydır! Giriş cümlemde tasnif ettiğim dönemlerde Mehmet Akif, Nazım Hikmet gibi Türkçenin dev şairleri düşüncelerinden dolayı “yurt dışına çıkmak/kaçmak” zorunda kalmalarına rağmen; “şairler sultanı” Necip Fazıl daima vatanında kalmış; takiplere, davalara, hapislere maruz kalmış ama kendi ifadesiyle “suyu tersine akıtma” çabasından taviz vermeyerek mücadelesini sürdürmüştür!
Özellikle Nazım Hikmet’i ve ona bağlı olarak “Deniz Gezmiş, Yılmaz Güney ve Ahmet Kaya” ideolojisini baştacı eden bir kesim azılı “Necip Fazıl düşmanıdırlar!” Düşman olmalarının gerekçelerinden biriside; Necip Fazıl’ı “Cumhuriyet ve Atatürk düşmanı olarak görmeleri ve topluma böyle lanse etme çabalarıdır!” Bu konuda birkaç yazı yazmış kamuoyu ile paylaşmıştım. Mesela, Mustafa Kemal Atatürk’ün Samsun’a çıkışı ile ilgili Üstadın tespit ve değerlendirmelerini “ne çekiyoruz eksik sözlerden” başlıklı yazımda anlatmıştım.
Ne garip çelişkidir değil mi?
Atatürkçü/Kemalist geçinen bu insanlar; hayatlarında “Mustafa Kemal Atatürk’ün düşüncelerine karşı bir duruş sergileyen” yukarda verdiğim isimleri, severler, sayarlar, onlarla ilgili methiyeler düzerler ama “Kurtuluş Savaşımız” üzerine yazılmış en güzel hikâyelerden biri olan “Tohum’un” yazarı üstada “Cumhuriyet Düşmanı” iftirası atarlar!
Medyada hatırı sayılır derecede takipçisi olan bu insanlar, sabah akşam sosyal medyada yazıp çizerler, köşe yazarlığı yaparlar, kitap çıkarırlar ve televizyon programlarına katılırlar.
Fakat kırk yıl önce vefat eden Necip Fazıl Kısakürek’in yazmış olduğu kitaplar kadar kendi kitapları satmaz, okunmaz, buna karşı isimlerini gündemde tutmak için zaman zaman “üstada saldırmaktan” geri durmazlar!
Türk Edebiyatı tarihinde kendi hayatını bu kadar korkusuzca, açık ve seçik anlatabilen bir başka isme rastlamak mümkün olmamasına rağmen; bölük pörçük bilgilerle Üstadı karalamaya, itibarsızlaştırmaya kalkmak en hafif tabiriyle had bilmezliktir!
Cumhuriyet dönemi edebiyatçılarını daha yakından tanımamıza katkı sunacağına inandığım üç eseri buradan sizlere tavsiye edebilirim. Birisi Üstadın “Babıâli” adlı eseri, diğeri merhum Ergün Göze’nin, “Peyami Safa Nazım Hikmet Kavgası” bir diğeri ise Beşir Ayvazoğlu’nun “Peyami” isimli eseridir.
Her üç kitapta Cumhuriyetin ilk yıllarındaki “edebiyat dünyası” ve edebiyatçı ve şairlerin edebiyat ve özel hayatlarını anlatır. Sıra dışı bu hayatları merak edip öğrenmek isteyenler için önemli kaynaktır her üç kitapta.
Yeri gelmişken şu tespitimi de bu vesile ile ifade etmek isterim. Bu konu aslında çok uzun ve araştırılacak bir konudur ve gelişigüzel yazılarak meramımızı ifade edemeyiz.
Osmanlı Devletinin son döneminde doğan, okuyan, kalem sahibi olan, “siyasetten, askere ve edebiyatçıya” kadar her düşünceden birçok insan; Cumhuriyet rejimine karşı zaman içerisinde bir duruş sergilemişlerdir. Çok geniş notlarım var bu konuda tuttuğum. Sağdan ve soldan her düşünceden insanın olduğu bu liste bayağı kabarıktır!
Bu konu ile ilgili geniş bir yazı yazmayı düşünüyorum ilerde.
Necip Fazıl’ın 1940’lı yıllardan sonra o gün ki iktidara (milli şef iktidarı) karşı yürüttüğü muhalefet zaman zaman çok sert olmuştur. Bugünden baktığımızda bazı tespit ve ifadelerin insanı rahatsız ettiğini söylememiz mümkündür.
Fakat ben şimdi buradan üstadın o gün ki muhalefet etme üslubunu eleştirenlere soruyorum; “Hangimiz bugün tasvip etmediğimiz siyasi iktidarlara en sert cümlelerle muhalefeti etmiyoruz, aşağılamıyoruz, hakaret etmiyoruz ve ötekileştirmiyoruz? “
Onun için, eğer olayları kendi zaman ve mekânı içerisinde değerlendirebilirsek aslında çok şeyi halletmiş olacağız; ama ideolojik bağnazlığımız buna bir türlü izin vermiyor!
Mesele çok uzun; çünkü söz konusu kişi “Üstat Necip Fazıl” olunca meramımızı anlatmakta o kadar zor oluyor tabii!
Konudan konuya atlamam da bu yüzden.
Ama her satırın, paragrafın birbiriyle direk ilgisi var bunu görmenizi isterim.
Bugün arkasından atıp tutanlara inat, üstadın çağdaşlarının kendisi hakkında söyledikleri sözlerinden birkaç alıntı yapmak istiyorum.
1950’lı yılarda iktidarda olan DP (Demokrat Parti) zamanında Çetin Altan; “iktidarı tuttuğu halde hapisten çıkmayan” birisi dediği Üstadı kendi açısından “ucuz eleştiri” getirmişti. Necip Fazıl’ı anlamak için “bir dava ahlakına” sahip olmakta lazımdır!
“Bir Necip Fazıl olabilmenin ahmakça saadetine ne kadar muhtacım” ifadelerinin sahibi Ahmet Hamdi Tanpınar Üstada hayranlığını ifade ederken; Abidin Dino ise; “Necip Fazıl’ın şaheseri (Senfoni), isyan bayrağını çeken şiirdir” diyerek üstadın şiirinin gücüne vurgu yapıyordu!
“Bir dili kuyumcu gibi işleyip dudaklarda ölümsüzce gezdirmek kolay iş değildir.” Mümtaz Soysal bu ifadeleri Üstat için kullanırken, Nurullah Ataç ise; ” Yarına kalacak tek şair: Necip Fazıl… Bence şimdiye kadar gelen şairlerin en büyüğüdür O...”
Peyami Safa “Bir zannım var ki Necip Fazıl’ın her mısraı bir şiir mecmuasıdır. Ve neşrettiği, edeceği bütün şiir mecmuaları da bir mısra doldurmak içindir” diyerek, Üstadın ölmezlik çapında eserler verdiğinin hakkını teslim etmiştir!
“Maddeyi ruhla dolduran, ateşi kanla söndüren Anadolu’yu, İstiklal Savaşının sırrını o zaman anlıyoruz. Milli mücadelenin ruhunu bu kadar kuvvetle bize duyuran bir eserin (Tohum) henüz yazılmadığını itiraf etmek en doğru hak tanımak olur” derken Agâh Sırrı Levend, Necip Fazıl’ın hikâye ve tiyatro sahasında da emsalsiz olduğuna ifade etmekten geri durmuyordu!
Yaşar Nabi Nayır; “ Bir mısraı bir Millete şeref vermeye yetecek şair Necip Fazıl” tespitini yaparak Üstadın büyüklüğünü gösteren ifadeler olarak tarihte ki yerini almıştır!
Ve yakın dostu Cemil Meriç; “son devirde Yahya Kemal, Necip Fazıl ve Nazım Hikmet vardır şair olarak. Necip hecede ustadır. Günümüzde şair yetişmez “ der.
Bugün bir takım insanların, “menfi ya da müspet” manada Üstadı kalemlerine dolamaları ve Üstat üzerinden pırım yapma gayretleri daha önce olduğu gibi bugün de akim kalmaya mahkûmdur!
Necip Fazıl; şiir ve fikir alanında ortaya koyduğu düşüncelerini yargılandığı davalar sürecinde de müdafaa ederek bir mütefekkirin nasıl olması gerektiğini dosta düşmana göstermiştir.
Bazı yakın dostlarımızın da üstadı tanımadan, sadece birilerine şirin görünmek için yanlış kanaate vararak Necip Fazıl’ı değersizleşmeye çalışmaları da üzüyor bizi.
Necip Fazıl’ı hak ettiği yere oturtabilmek için, üstadı eserleri ve kişiliğiyle bir bütün olarak ele almak ve hak ettiği yere koymak gerekir.
Birde şu kanaatimi paylaşmak isterim.
Benim ilk gençlik yıllarımdan beri sindire sindire okuduğum; Necip Fazıl Kısakürek, Cemil Meriç, Ahmet Hamdi Tanpınar, Nurettin Topçu; “İslamcı/dinci” değil, “Türk Milliyetçisi fikrine” sahip değerlerimizdir.
Son söz; “Türk Şiirinin ve Çile’nin büyük Şairi”, Milli mücadelenin ruhunu “Tohum” adlı hikâye kitabıyla gelecek kuşaklara en güzel şekilde anlatan Üstat NFK; gördüğümüz ya da göremediğimiz bütün insanı zaafları ve noksanlıklarıyla beraber “fikir ve gönül dünyamızın içindedir” ve içinde olmaya devam edecektir.