Allah’ın her günü en başta siyasetçilerin daha sonrada topluma hizmet etmesi gereken çeşitli meslek erbaplarının marifeti ile yaşadığımız/yaşatılan olumsuzluklar millet olarak huzurumuzu bozarak geleceğimize dair ümitlerimizi berhava etmektedir.
Bize de, elimizden geldiğince toplumda yaşanılan bu olumsuzlukları dile getirmek, yanlışların düzeltilmesi, ya da en azından fark edilmesini sağlamak için yazıp çizmek düşüyor!
Baştan şu düşüncemi peşinen ifade edeyim.
Eleştirilerim her konu başlığında genel anlamdadır.
Yoksa çalıştıkları kurumlarda özveri ile mesai harcayan, işini bihakkın yapan insanlar azımsanmayacak kadar çoktur.
Dostlarımızdan, akrabalarımızdan, uzak/yakın tanıdıklarımızdan birçok kimse eleştirisini yapmaya çalıştığım mesleklerin içinde görev yapıyorlar ve birçoğu da, çok başarılı işlere imza atıyorlar. Bu düşüncemi not düşmek, başarılı insanların haklarını teslim etmek isterim.
Bütün bunlardan bağımsız olarak her birimiz bizzat yaşadığımız cemiyetteki olumsuzlukları, tarafsız bir gözle, “siyasi düşüncelerimizin!” ve “menfaatlerimizin!” etkisi altında kalmadan objektif ve hakkaniyetli bir değerlendirmeye tabi tutmalıyız.
Eğer “ahlakı” bir duruş sergileyerek “doğruları dillendirirsek” yaşadığımız cemiyet hayatına da önemli bir katkımız olmuş olur.
Bu bakış açısından yola çıkarak, makalede yaptığım eleştirilerim; “her şey daha iyi olsun, çünkü bu millet her güzelliği hak ediyor” düşüncesi ile değerlendirilmelidir.
Şimdi, yaşadığımız cemiyette her gün bire bir karşılaştığımız yanlışlardan bahsedebilirim.
Birinci önceliği eğitimimizin içler acısı durumuna veriyorum.
Eğitim sistemimizin evlere şenlik bir hal arz ettiği konusunda hemfikiriz sanıyorum!
Bugün okullarımızda “ne öğretmen öğretmen gibidir, ne öğrenci öğrenci gibidir!”
Çocuğu olanlar çok iyi bilir.
Okullarımızdaki “eğitim ve öğretim” tam bir curcunadır bugün ki Türkiye’de.
Meseleleri şikâyet edeceğin makam bile bulamıyorsun, bulsan zaten “balık baştan koktuğu” için sonuç alamıyorsun!
Nerde bizim dönemimizde ki idealist öğretmenler nerde bugün ki öğretmenler!
Sizlerde benim gibi herkesin devlet okuluna gittiği, talebenin öğretmene saygı duyduğu eğitim ve öğretim günlerini özlemiyor musunuz?
Ya sağlığımızı emanet ettiğimiz hastanelere, yöneticilerine ve doktorlara ne demeli.
Eğer randevu alabilirseniz tedavi olmak için hastanelere gidiyorsunuz, yorgunluktan bitap düşmüş, sizden çok kendisini düşünen ve doğal olarak da hastasıyla doğru dürüst ilgilenmeyen sağlık çalışanlarını görüyorsunuz!
Hastalığınızı o ortamda unutup bazen geri bile dönebiliyorsunuz!
Bu durumu göz önüne alarak soruyorum; hastanelerin yönetiminden ve doktorlardan memnun olanımız var mı?
Bir başka derdimiz yaşadığımız şehirlerin trafiğidir.
Maalesef bugün yaşadığımız şehirlerde, sokaklarımız ve caddelerimiz işgal altındadır.
Cadde ve sokağın trafiğinden sorumlu olan emniyet güçleri hemen hemen trafikteki her şeye kayıtsız kalmaktadırlar!
Belediye otobüs duraklarının, ticari taksilerin hem de bunu engellemesi gereken polislerin gözü önünde işgal edildiği ve trafiğin keşmekeş haline geldiği şehirlerde yaşadığımızı hangimiz inkâr edebiliriz ki?
Ülkemizde adaleti tesis etmesi gereken hukuk sistemimizin içler acısı durumu hakkında ne düşünüyorsunuz?
Bir sorununuz var ve hukuka başvuruyorsunuz; adalet dağıtması gerekenlerin özgür vicdanıyla karar vermediğini ve sınıfta kaldığını üzülerek görüyorsunuz.
Tv programlarında izliyoruz, adaleti tesis etmesi gereken hukuk insanlarının nasılda “siyasi sloganlara” mahkûm olduklarını!
Bu ülkede devletin hukuku üzülerek ifade ediyorum ki; maalesef adalet dağıtmıyor.
Ali’ye uygulanan hukuk Veli’ye sıra geldi mi tam aksı yönde uygulanıyor!
Bu yüzden, hukuktan, adaletten, insan hakkından bugünü Türkiye’de bahsedebilir miyiz?
Siyasetçiyi zaten anlatmaya gerek yok!
Onlar seçilirken milletin efendisi, seçildikten sonra başka kişiliğe dönüşen insanlar olarak başları dik(!) bir şekilde günlerini gün ederek hayat sürmeye devam ediyorlar!
Seçilene kadar halk dalkavukluğunun padişahı olan bazı siyasetçiler, seçildikten sonra halka tepeden bakan bir kişiliğe dönüştüklerini üzülerek görüyoruz.
İşin hakikatine bakacak olursak, liderinin kendisine dikta ettirdiği düşünceler etrafında siyaset yapanlardan bir şey beklemekte zaten akıl karı değildir!
Sizden her hangi biriniz “kendi düşüncenize yakın dahi olsa” siyasetçilerin kaçta kaçına güven duyuyorsunuz?
Ya da yaptıkları yanlışları, hiçbir “acabaya?” yer vermeden eleştirebiliyor musunuz?
Ülkemizin bir başka gerçeği de bürokrasinin içler acısı halidir.
Siyasetçinin atadığı bürokratların çoğunluğu, “yukarıya kuzu, aşağıya aslan” kesilen tam bir dalkavuktur bu ülkede!
Siyasetçileri güdümünde icraat yapan “atanmışların” büyük bir bölümünden bu ülkeye fayda gelmeyeceğini uzun yıllara dayanan tecrübelerimden anlamış bulunmaktayım.
Öyle ki, dünyanın en eski mesleklerinden olan “dalkavukluk” , bugün bürokratlar üzerinden hayat buluyor dersek, asla yanılmış olmayız!
Ya özgür ve tarafsız olması gereken basın-yayın organlarına ne demeli.
Hangi tarafa kulak kesilmişse diğer tarafa sağır olan Türkiye’de ki medya, tamda bezirgân çığırtkanlığına karşılık gelen bir yayın politikasına sahiptir!
Dün ak dediğine bugün kara diyen bir sürü zihin ve fikir fukarası insan, basın-yayın dünyasının içinde topluma çeki-düzen vermenin gayretindedir!
Bu durumu tarafsız bir gözle irdeleyen herkesin görmesi mümkündür.
Hangimiz medyaya güven duyuyoruz bugün ki Türkiye’de?
Birde sivil toplum kuruluşlarımız var tabii!
STK’lar demokrasinin olmazsa olmazlarıdır ama gelin görün ki bizim ülkemizde toplumun sorunlarını çözmesi gereken bu bağımsız olması gereken oluşumlar, tamamen bağımsızlığını kaybetmiş ve her hangi bir siyasi düşüncenin kurumlar haline gelmişlerdir!
Bu kuruluşların çoğunluğu vatandaşın derdinden çok kendilerini düşünmekte ve STK’ları kendileri için siyasete ve ya bürokrasiye atlama taşı olarak görmektedirler!
Yanılıyorsam lütfen beni uyarın ve doğrusunu ifade edin!
Doğaya, çevreye, denize ve yaşadığımız şehirlere karşı sorumluluklarımızın farkında olamamak ise milyonların sorunudur bu ülkede!
Öyle ki; sadece ülkenin meşhur edebiyatçısı, sanatçısı ya da muhalif bir siyasetçinin paylaşacağı bir çevre duyarlılığı haberi üzerinden “duyar kasmak” için fırsat kolluyoruz.
Geçenlerde Pop Müzik sanatçımız Tarkan’ın bir bölgemizdeki çevre kirliliği ilgili paylaşımını binlerce insan paylaştı, duyar kastı. Aynı gün İzmir Körfezinin kirliliği üzerine bir paylaşım yaptım, Tarkan’ın paylaşımına “duyar kasan” bir çok tanıdığım benim paylaşımıma dönüp bakmak bile bakmadı!
Her gün yaşadığımız günlük sıkıntılarımızı kısaca ifade etmeye çalıştım.
Sizler, yazdıklarımın ne kadarına katılır ne kadarına katılmazsınız onu bilmiyorum.
Meramı mı ifade edebildiğimi düşündüğümden, misallere burada son veriyorum.
Her Allah’ın günü midemizi bulandıran onca “hukuksuzluklar, adam kayırmalar, haksızlıklar, adaletsiz kararlar” gözümüzün önünde cereyan ederken, birçoğumuz etrafımızdaki bu olup bitenleri sadece kınamakla meşgul oluyoruz, bir kısmımız da “bana ne” diyerek görmemezlikten geliyoruz.
Buraya kadar yazdıklarımı esaslı bir değerlendirmeye tabi tutarsak göreceğimiz gerçek şudur; sorunları tespit etmek dünyanın en kolay işlerindendir!
Çünkü sadece görmemiz bile birçok meseleyi anlamak için yeterlidir.
Hepimizin iki gözü ve gördüklerini “muhakeme gücü” ile değerlendiren bir aklımız var.
Buna rağmen sorunları çözmek kolay değil.
Çünkü bu iş için etraflıca düşünmek ve “acaba demeden” adım atmak gerekir.
Bu yüzden çoğu insan sorun çözemiyor, sadece tespit yapıyor ve böyle olunca sorunun da bir parçası olmaya devam ediyor.
Başına gelen zorlukları aşmak için çaba gösteren insanları gayrete getirmek için kullandığımız “tünelin ucu göründü, ha gayret” ifadesini hepimiz günlük hayatımızda kullanırız.
“Tünelin ucu göründü” ifadesini cemiyetteki her türlü yanlışları, aksaklıkları ve suiistimalleri, büyük bir kararlılıkla dile getiren ve bu yanlışların düzelmesi için elini taşın altına koyan bir avuç insan üzerinden sembolize edecek olursak, ülkemiz de son zamanlarda yaşadıklarımızla ilgili şu umutsuz tespiti üzülerek ve kalbim acıyarak ifade etmek isterim.
Millet olarak yaşadığımız sorunları, “tespit edenlerimizin sayısının çok, çözüm arayanlarımızın ise az olması” nedeni ile toplumsal dertlerimiz daha da büyüyerek “tünelin ucunu göremememize” sebep olmaktadır.
Durum böyle olunca da sorunlarımızın üstesinden gelebilme yeteneğimiz; “siyasi taassup ve çoraklaşan duygularımızın” bir sonucu olarak “karanlık dehlizlerin” içinde kaybolmaya mahkûm olmuştur!
Görüşmek üzere; Allah’a emanet olun…