“Andolsun, size kendi içinizden öyle bir peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya düşmeniz ona çok ağır gelir. O, size çok düşkün, müminlere karşı da çok şefkatli ve merhametlidir.”
(Öyle bir Elçi ki, sizin dünyada ve ahirette çekebileceğiniz her acıyı kendi yüreğinde hisseder.)”(Tevbe: 9/128)
Bir “Mevlid-i Nebi Haftasına (3-10 Eylül 2025)” daha girerken Ümmet-i Muhammed (sav) olarak Hz. Peygambere “konum attığımızda” çok yanlış mecralarda, çok yanlış işlerle meşgul olduğumuzu fark etmeli ve derin bir mahcubiyet duymalıyız.
Eğer söze itibar edilirse karnemiz iyi durumda. On beş asırlık bir birikim kütüphanelere sığmayacak boyuta ulaşmıştır. Bu konuda fazlamız var eksiğimiz yok elhamdü lillah. Böyle de olmalıdır çünkü o “âlemlere rahmet son Allah Elçisi’dir.”
“Hz. Peygamber (sav) hayatımızın neresinde?” diye kısa bir gözlem yaptığımızda dikkat çekici sonuçlar çıkar karşımıza.
Süleyman Çelebi’nin veciz bir şekilde dile getirdiği gibi “Kelime-i şahadette o var.” “Zatıma mir’at edindim zatımı, bile yazdım adım ile adını.”
Onunla birlikteliğimiz dünyaya gelişimizle başlar. Çocuğa okunan ezan ve kamette o var. Onun, ehl-i beytin (aile efradının), sahabe-i kiramın isimlerini koyuyoruz çocuklarımıza.
“Allah’ın emri, Peygamber’in kavliyle” diye başlar kız isteme merasimleri. Ölüm haberlerimizi “ona salavat getirerek” ilan ederiz.
En önemli ibadetimiz namazımızın teşehhüdünde “tahiyyat, salli-barik” dualarıyla hem selamımızı gönderiyor, hem de vefa borcumuzu ödemeye çalışıyoruz.
Dualarımız “Allah’a hamd, Rasulüne salat ve selam ile” başlıyor ve bitiyor. Hayallerimizde hep o var. Onunla komşu olmak, hamd sancağının altında onunla buluşmak, şefaatine nail olmak dualarımızı süslemektedir.
“Kardeşlerimi özledim” buyurduğu bahtiyar topluluk biziz. “Ümmetimin çokluğuyla iftihar edeceğim” sözünü doğrulayacak bir çoğunluktayız. Askerimiz “Mehmetçik”, kışlalarımız “peygamber ocağı”dır.
Bütün bu hakikatler “gönlümüzdeki peygamber sevgisini” göstermesi bakımından çok ulvi değerlerdir. Bu milletin gönlünden peygamber sevgisini hiçbir güç söküp atamaz.
Bu gerçekler bardağın dolu tarafıydı. Biraz da bardağın boş tarafına odaklanmak zorundayız çünkü “Peygamberin (sav) ayak izleri/ hayat izleri” yavaş yavaş Müslüman toplumlarda kaybolmaya yüz tutmuş durumda.
“Lafla peynir gemisi yürümez” gerçeğiyle karşı karşıyayız. Edebiyatla ebedi hayatın kurtulamayacağı aşikâr…
Bugün sadece Müslüman toplumlar değil tüm insanlık “Muhammedi ahlaka/Kur’an ahlakına” son derece muhtaç durumdadır.
Dağıstanlı Dehri Merhumun dediği gibi insanlık bir buhranın içinde.
Nifak ateşleri yaktı seraser mülk-i İslâm’ı,
Bizi biz kendimiz ettik perişan ya Rasulellah.
Sakın zannetme İslâm’ı o eski bildiğin İslâm,
Bugün yalnız gezer dillerde iman ya Rasulellah…
Bir “Mevlid-i Nebi Haftasına (3-10 Eylül 2025)” daha girerken Ümmet-i Muhammed (sav) olarak Hz. Peygambere “konum attığımızda” çok yanlış mecralarda, çok yanlış işlerle meşgul olduğumuzu fark etmeli ve derin bir mahcubiyet duymalıyız.
“Hz. Peygamber ve aile” teması seçilmiştir. Bugün aile hayatının geldiği durum, aile bireylerinin her biri açısından içler acısıdır. Derin bir “eksen kayması” yaşadığımız apaçık ortada.
Kurtuluşumuz “Rahmet Peygamberinin (sav) örnekliğine/rehberliğine duyacağımız ilgi ve ittibaya” bağlıdır.
(3 Eylül 2025) Çarşamba akşamı idrak edeceğimiz “Mevlid Kandilinizi” tebrik ediyor, ümmetin dirilişine vesile olmasını Cenab-ı Hak’tan niyaz ediyorum…