Geçenlerde sevgili dostum Adil Çatan, eline ilginç bir kitabın geçtiğini heyecanla haber verdi. Önce kitaptan bizi ilgilendiren kısımları fotoğraflayıp atmayı denedi ama bilgileri görünce kitaba doğrudan el koymam gerekti. Bu kitabın Pazar’a ulaşmasını ise sevgili Mevlüt Kesimal ağabeyimiz sağlamış. Kitap şu an rahmetli olan İstanbullu bir öğretmenin anılarından ibaret. “Faruk Toktamış” adlı bu öğretmen kariyerinde ilk olarak Pazar’ın Dadivat (Handağı) köyündeki mütevazı ilkokula atanmış ve yaklaşık bir yıl bu okulda enteresan şartlarda görevini ifa etmiş. Kariyerinde bir yıllık bu süre çok kısa gibi görünse de, kitabında bu bölüme hatırı sayılır bir şekilde yer vermiş. Şöyle ki kitabın 74. Sayfası ile 102. Sayfası 28 sayfayı Dadivat’ta görev yaptığı bir yıla ayırmış.
Normal şartlar altında bir insanın kırk yıllık kariyerinde sadece bir yıllık bir dönem pek de önemsenmeyecek kadar kısa bir süredir ama bu şehirli öğretmenin Dadivat’ta geçirdiği günler o kadar etkileyici olmalı ki unutamadığı birçok anısına kitabında büyük bir keyifle yer vermiş. Hani Yeşilçam’da benzer senaryolar sinemaya hep aktarılmıştır, şehirli bir öğretmen Anadolu’nun ücra bir kasabasına atanır. Köylülerin makus talihlerinin öncelikle eğitimle alt edilebileceğinin inancında olan idealist öğretmenimizin mücadelesi her dönem satan bir hikaye olmuştur. İşte Faruk Öğretmenin Dadivat’ta yaşadığı bir yıl, bu dramatik hikâyenin gerçekten yaşanmış bir öyküsü… Bu yüzden bahsini yaptığımız anı kitabını mutlaka her Pazarlının okuması gerektiğini düşünüyorum.
Şu an Pazar’da hayatta olan insanların büyük bir çoğunluğu 50’li yılları yaşamamıştır. Bu da o dönem ile ilgili yaşanmış anıları çoğumuz için daha değerli kılıyor. Hele bir de bu anılar tarafsız ve yöreye yabancı birinin gözlemlerine dayanıyorsa, bu da hikâyeyi daha cazip bir hale sokuyor.
Sene 1954, yer Dadivat. Han Dağı’nın eteğinde kurulu küçük bir dağ köyü. Yeterince özgün kalmış bir Laz kültürü, kadınlar neredeyse hiç Türkçe konuşamıyor. Elektrik yok, araba yolu yok, ilçe merkezine ortalama 4 saatlik yaya mesafesinde… Evlerin tamamı ahşap, köyde beton nedir bilinmiyor. Köyün ahşap küçük camisi hafif yan yatmış, neredeyse yıkılacak… Alt katı tek göz oda, işte ilkokul burası… Faruk öğretmen böyle bir ortamda bir yıl öğretmenlik yapıyor, yaşadıkları ne derece özgün ve kuvvetli anılar ki, yıllar sonra bile hatıratının bel kemiğini oluşturuyor.
Faruk öğretmenin Dadivat anılarından kısa kısa notlar paylaşmam lazım. Gemiyle Trabzon’a, otobüs ile Rize’ye ve oradan da “Peugeot-403 Kaptı-Kaçtı” araçla Pazar’a geliyor. Pazar’a ilk geldiğinde Milli Eğitim’e gidip atandığı okul hakkında bilgi alıyor ve oraya nasıl gideceği hususunda yardım istiyor. Kendisini bakkal Hamdi Efendi’ye gönderiyorlar. Bakkal Hamdi Efendi, Dadivat’ın az aşağısında bulunan Bompona Mahallesi’ndeki Haliloğlu ailesine mensup olan küçük bir esnaf. Mütevazı dükkânı günümüzde Aktürk Peynirciliğin olduğu yerdeymiş. Faruk Öğretmen ilk olarak buraya geliyor ve bakkalda oturan köylülerle köye çıkmak için akşama kadar bekliyor. Öğretmenin değerli gözlemleri daha bu noktada başlıyor. Havanın güneşli olmasına rağmen herkesin elinde şemsiye olmasını tuhaf buluyor ama sonradan sebebini anladığını itiraf ediyor. Akşama doğru dükkânın kapatılması ile kadınlar da dâhil hep birlikte adeta bir kafile halinde yaya olarak yola düşüyorlar. Faruk öğretmenin iki bavulunu kadınlar sırtlıyor. Yaklaşık üç saat sonra Mamaçivat köyü diplerinde “ofis” denilen yarı resmi barakaya ulaşıyorlar. Bavulları, kalacak yer ayarlandıktan sonra almak üzere ofise bırakıyorlar, sonra yürümeye devam. Faruk öğretmen oldukça yoruluyor ama geri kalmamak için çaba sarf ediyor. Yaklaşık iki saat sonra Bompona’ya varıyorlar ve Hamdi Efendi ilk akşam onu kendi evinde misafir ediyor. Ertesi gün horoz sesiyle uyandıklarında Hamdi Efendi tekrar Pazar’a iniyor, öğretmenin yanına da iki delikanlıyı verip yarım saatlik mesafedeki Dadivat’a gitmesini tembihliyor. Diyaloglar için pek tabii kitabın kendisini okumak lazım.
Öğretmen Dadivat’a varınca hafif eğik duran yapının cami, hele hele bu yapının alt katındaki tek göz odanın da ilkokul olduğunu öğrenince donup kalıyor. Hayallerle gerçeklerin çeliştiği o buruk anı yaşıyor. Akabinde muhtarla tanışma ve kalacağı yerin ayarlanması. Üstelik annesi de onunla birlikte bu köyde kalacak. Pabuçi Kadri’nin evinde aylık 10 lira kira ile kalacak bir oda ayarlandıktan sonra ertesi gün hem Rize’den annesini alıp köye getiriyor, hem de ofiste bıraktığı bavullarını… Böylece Dadivat macerası başlıyor.
Köylüde erkek çocuklar hariç kimsede okuma yazma yok, erkekler biraz Türkçe biliyor, o kadar. Başta muhtar, kızların okumasına taraftar değil. Faruk öğretmen ise bu konuda çok hassas… Ne de olsa idealist Cumhuriyet öğretmeni… Kızları tarladan okula çekmek için olağanüstü bir çaba sarf ediyor. Başarılı da oluyor, hatta Milli Eğitim’den bu başarısının sırrı dahi soruluyor. Zamanla köyün zorlu görünen şartlarına ana oğul uyum sağlıyorlar. Annesi boş zamanlarında köyün kızlarına dikiş nakış öğretiyor, o da okuma çağındaki çocuklara okumayı, yazmayı... İster istemez muhtar ve imamla birlikte köyün üçlü protokolünde yer alıyor, dolayısıyla hemen her düğüne iştirak etmek durumunda kalıyor.
Köyde çok ilginç anılar yaşanıyor, sadece bir yılda bu kadar ilginç anının yaşanmış olması, teknolojinin olmadığı yıllarda köy hayatının ne derece zengin bir içeriğe sahip olduğunu anlamamıza yetiyor. Toprak yiyen çocuk, ağaçtan düşen kadının hayvan postuna sarılması, köye jandarma geldiğinde köylünün ortak refleksi, imamın mevlitlerde kırk yıl önce ölmüş olan Sultan Abdulhamit’e uzun ömür dilemesi, üzerine şeker serpilen pilav ile üzerine tuz serpilen sütlaç, çayın ilk ekilme dönemi gibi nice hatıraları rol çalıp burada anlatmak niyetinde değilim. Dikkatli okuyucular satır aralarında geçmişin gelenek göreneklerini, köylünün sosyal statüsünü, imeceyi, kadın erkek ilişkilerini, misafirlik ve düğün merasimlerinin detaylarını zaten fark edecektir.
Anlayacağınız müthiş bir iş çıkartmış Faruk Öğretmen. Keşke tüm köyler için böylesine objektif bir gözlemi diğer öğretmenlerin kalemlerinden de okuyabilseydik. Yine de elimizdeki bu kitap eşsiz bir örnek olarak önümüzde duruyor. Herkese okumasını şiddetle tavsiye ediyorum.