Yusuf KAMBUR

Tarih: 08.04.2025 09:38

RAMAZAN SONRASINDA MÜSLÜMAN

Facebook Twitter Linked-in

Eğer seni (çelik gibi bir iman ve kararlılık ile) desteklememiş olsaydık, neredeyse onlara -az da olsa- eğilim gösterecek/taviz verecektin (ama vermedin)

(Eğer taviz verseydin) O zaman sana, hayatın ve ölümün acısını kat kat tattırırdık ve seni elimizden kurtaracak bir yardımcı da bulamazdın.”

(İsra: 17/74-75)

“Zamanın adı ahır zaman, zor zaman ağır zaman…” Bu zamanda kendi hür iradesiyle “iman etmeyi, mümin ve Müslüman olmayı” tercih eden ve “şahit ol biz de Müslümanlardanız”(Ali İmran: 3/52) diyen bir müvahhid-i Pak’ın, en önemli gayesi ve dahi tek önemli gayesi Müslüman kalmak ve Müslüman olarak ölebilmektir. Bu konuda Kur’an ve sünnette sıkı uyarılar bulunmaktadır. “… Sakın Müslümanlıktan başka bir ölümle ölmeyin!”

Şartlar ne kadar ağır olursa olsun; nefes aldırmayacak kadar çetin, başkaldıramayacak kadar yoğun, belini doğrultamayacak kadar ağır dahi olsa, hani derler ya “iki elin kanda dahi olsa,” iman değerlerine sımsıkı sarılmak zorundayız. Çünkü “Kim iman (hakikatlerini) inkâr ederse bütün amelleri (iyilikleri) boşa gider.”(Maide: 5/5) buyuran Allah’tır. Bu ve benzeri ayetlerden anlıyoruz ki,

İlahi rızayı kazanabilmenin yolu sahih/sağlam/kâmil bir imandan geçer. Ahirette rahmet ve mağfirete nail olabilmenin, şefaati hak edebilmenin, ebedi kurtuluşun, muhteşem zaferin, iman selametinin, korktuklarından emin umduklarına nail olabilmenin ve cennet müjdesiyle müjdelenebilmenin yolu makbul bir imandan geçer.

Ahır zaman fitnesinin iman merkezini hedef aldığı zor dönemin Müslümanlarıyız bunda şüphe yok. Bu şeytani/nefsani ve şehvani saldırılar karşısında evet bir mümin veya her mümin kısa süreli gelgitler yaşayabilir. “Anlık gafletler, kısa süreli dalgınlıklar, savrulmalar, bocalamalar, tereddütler, düşmeler, sırtı yere gelmeler, ağırdan almalar” yaşayabilir ancak bu durum “ölüm salasına kadar değil belki Cuma salasına kadar” sürmelidir. Mümin düştüğü bu karanlık kuyudan bir an önce kendini çekip çıkarmalıdır…

Müslüman, “can çekişen ruhuna” Kur’an ve sünnetin diriltici mesajlarıyla can katmalıdır. Kalbini iman nuruyla buluşturmalıdır. “En çok ileri giden ok en çok geri çekilen yaydan çıkar” misali, çok daha güçlü bir direniş/direnç/uyanış ve diriliş yaşamalıdır.“Uyan ey gözlerim gafletten uyan! Uyan uykusu çok gözlerim uyan!”

İman değerlerinden fedakârlık olmaz. Kişi ancak kendine ait olan şeylerden fedakârlık yapabilir. Paranızdan, malınızdan, alacağınızdan, haklarınızdan, giyim kuşamınızdan, servetinizden, ticarette kârınızdan, rahatınızdan fedakârlık yapabilirsiniz ancak iman değerlerinizden asla yapamazsınız. İmansızlara “şirin gözükmek/aferin kazanmak/yakınlarında durabilmek” adına imanınızdan taviz veremezsiniz. Baştaki ayet Hz. Peygamberi (sav) bile ikaz etmiştir. İslam dininde misafir gibi duranlar bol keseden rahmet dağıtıyorlar. 

Şüphe ve tereddüdün olduğu yerde, laubaliliğin, umursamazlığın, boş vermişliğin, ağırdan almanın, kendini naza çekmenin, pazarlık yapmaya kalkmanın, dünya menfaatini ön planda tutmanın, meydan okumanın, dalga geçme, alaya almanın olduğu yerde az da olsa var olan “iman gökkuşağı gibi kısa zamanda kaybolur gider.” Geride koca bir nankörlük kalır.

İman hakikatleri “hayatın tamamını kuşatan olmazsa olmaz değerlerdir.” Günlük işçi olunur ama günlük Müslümanlık olmaz. Aylık, mevsimlik işçi olunur ama mevsimlik Müslümanlık olmaz. Part time/yarı zamanlı çalışma hayatı olur ancak yarı zamanlı Müslümanlık olmaz. Esnek çalışma hayatın bir gerçeğidir ancak esnek/gevşek Müslümanlık olmaz. Evde farklı çarşıda farklı giyinmek mümkündür de evde Müslüman çarşıda başka dine mensubiyet olmaz. Camide Müslüman cami dışında Hristiyan olmaz. 

Kâfir gibi yaşayıp Müslüman olarak ölünmez. Ebu Cehil gibi yaşayıp Ebubekir gibi muamele beklenmez. “Bir ömür boyu iman diye bir derdi olmayanın mümin olarak can vermek gibi bir fendi olamaz.” “Nasıl yaşarsanız öyle ölürsünüz!”

“Evveli rahmet, ortası mağfiret/bağışlanma, sonu cehennemden azat” günleri mübarek Ramazan ayını geride bıraktık. Ramazan ve oruç imtihanlardan bir imtihandı kazananlar kazandı kaybedenler kendine yazık etti. Şu hususu unutmamalıyız ki, “bir imtihanı kazanmak ya da kaybetmek ebedi kurtuluş ya da ebedi hüsran” anlamına gelmez.

Ramazan imtihanını başarıyla geçenler, Kadir Gecesi indirilen Kur’an ve onu bize yaşayarak öğreten Hz. Muhammed’in (sav) örnek ahlakıyla, hayatın tamamında “Müslümanca yaşama sanatını” uygulamalıdırlar. Ramazan ayında elde ettikleri güzellikleri sürdürmelidirler. Yoksa sıkıntı yaşamaları kaçınılmazdır.

Ramazan imtihanını kaybedenler de, “zararın neresinden dönersek kârdır” diye düşünüp derhal tövbe istiğfarla arınmalı ve hayatlarında “Müslümanca yaşamaya dair temiz bir sayfa açmalıdırlar.” Bilmelidirler ki, işlenen her bir günah kalplerini daha da karartacak ve tövbe etmezlerse kendi elleriyle “kendi kalplerini mühürleyeceklerdir.” Tövbe kapısı “can boğaza dayanıncaya kadar açık olsa da” böyle devam ettikleri sürece tövbe etmeye mecalleri kalmayacaktır.

Şu halde; iman meselesi hayatımızdaki herhangi bir mesele değildir. En önemli, en ciddi, en ertelenemez, en ötelenemez, en hakiki, en öncelikli, en hayati, en düşündürücü, “küfür yangınında kurtarılacak en önemli cevher” niteliğinde bir meseledir. 

İman varsa umut var, iman varsa huzur var, iman varsa hayat var, iman varsa anlam var. İnsan, imanla “eşrefi mahlûkat/yaratılmışların en şereflisi” makamına yükselirken, imansızlıkla “şerrul beriyye/yaratılmışların en şerlisi” durumuna düşer. Ğayyayı boylar. Arkasından binlerce hatim indirilse gram yardım göremez. 

Rabbim bize “ebedi kurtuluşu müjdeleyecek” bir iman nasip eylesin… Gazze’de can çekişen insanlığın uyanışını yakın eylesin! Çıkış yolu göstersin! Cihad kapılarını açıversin! Bizi kulluğuna kabul eylesin… Amin…

 

 


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —