Abdurrahman Akın

Tarih: 23.03.2023 09:38

Nerede o eski Ramazanlar!

Facebook Twitter Linked-in

Özlemini duyduğumuz geçmişimizin güzel zaman dilimlerine yüklediğimiz anlamlar “zamanın ruhu” karşısında irtifa kaybederken yaşadığımız o güzel günleri çeşitli vesilelerle hatırlayınca ister istemez nostalji yapma gereğini duyuyoruz.

Bu yüzden, zihnimizde halen var olan geçmişin güzel hatıralarını özel zaman dilimlerinde ziyaret ederek ruhumuzdaki “özlem dolu” serzenişi bir nevi dindirmeye çalışıyoruz.

İnandığım gerçek şudur.

Geçmişine ait güzel hatıraları olan insanlar, güzel düşünürler, bu yüzden de güzel bir gelecek hayal ederek, güzel ve faydalı işlerin altına imza atarlar.

Zaman zaman hepimizin yaşadığı bir duygudur; “nerede o eski günler” duygusu.

Özellikle “Ramazan Ayı” geldi mi, birçoğumuz için bu duygunun yerini, bu defa “nerede yaşadığımız o eski güzel Ramazan günleri” düşüncesi alır.

Şimdi, “nerede o eski Ramazanlar” düşüncesinin benim çocukluğumda ete kemiğe bürünmüş yaşanmışlıklarından bir kesitini anlatmak ve eski Ramazan günlerini yâd etmek isterim.

Çocukluğumda bizim köyde oruç ayının tatlı telaşı günlerce önceden başlardı.

İlk orucumu ne zaman tuttum hatırlamıyorum, fakat hafızamda kalan en önemli ayrıntı, oruç tutmak isteyen çocukların bu hevesine karşılık evdeki büyüklerin bulduğu çözümdü.

Bu çözümün adı; “geri ki dişlerle” ya da ‘arka dişlerle’ oruç tutmak olarak ifade edilirdi.

Büyüklerle birlikte oruç tutarken Ramazanın manevi havasını teneffüs etmek duygusu çocuklar için çok önemliydi.

Çocukluğumda köyde yaşadığım oruç günlerini hatırlayınca ruhumun tatlı tatlı tebessüm ettiğini söylemeliyim.

İftardan önce, iftar saatleri ve sonrası ile ilgili ne güzel hatıralarımız var o zaman dilimlerine ait.

Çocukların, camiden veya birkaç evin arturmalarından(balkon) hoparlörsüz okunan “ezanı” duyduktan sonra, evlerine koşarak “iftar oldu, iftar oldu…” cümlesini söylemesi bugün bile tebessüm ettirecek güzellikteydi.

Sahura kaldırmaları için gün boyu büyüklerimize yalvarmalarımızı hala unutamam.

Hatta sahura kalkmak için kendi adıma bulduğum bir formülüm bile vardı.

Bu cinliğimi bugün rahatlıkla itiraf edebilirim artik!

Çok basit ama karşılık bulan bir plandı benim sahura kalkma için bulduğum formül.

İftardan sonra bütün köy, Başköy Camine “Teravih Namazı” için giderdi.

Bende yaşıtlarım gibi camiye giderdim, yalnız eve döndükten sonra hemen yatıp uyuyordum.

Böylece uykumu iyice alıyordum.

Evde gece kalkılıp sahur için yemek hazırlamaya başlandı mı uyanmam çok kolay oluyordu.

Şunu da ifade edeyim.

Uyanmış olmam yüzde yüz “sahura kaldırılacağım” anlamına gelmiyordu.

Gece “Sahur” için kalkan büyüklerden birisinin; “uyanmış, bari gelsin bir şeyler yesin” demesi de gerekiyordu.

Bu konuda en güvendiğim kişiler, Rahmetli Büyükannem ve Şaban Ağabeyimdi.

Her ikisi de benim uyandığımı fark ettiklerinde hemen sofraya çağırırlardı.

Eğer o gece sahura bir şekilde kalkabilmişsem, gün boyu sadece evdeki akranlarıma değil, komşu çocuklara da gururla havam attığım çok olmuştu.

Senoz Vadisinin her köyünde olduğu gibi Başköy’de de “Ramazan Ayı” o kadar güzel geçerdi ki; hafızamda ve yüreğimde yer edenleri anlatmaya “kelime dağarcığım” yetmez diye korkarım!

Eminim “eski ramazanları köylerinde yaşayanlar” benim gibi oruç ayı geldiğinde yüreğinin bir kenarında sakladığı hatıralarını bol bol düşünüp yâd ediyorlardır.

Düşünebiliyor musunuz?

İftara iki saat kalmış, oruçlu oruçlu, “Aşağı Mahalleli gençler” top oynamak için “Yukarı ki Mahalleye” gidebiliyor, açlıktan kaynaklanan hiçbir sıkıntı falan yaşamıyorduk.

Bazen oyundan dolayı o kadar yorulmuş olurduk ki; evlere gelmeden yukarı ki mahallede bir eve misafir olur iftarımızı orada yapardık.

Köylerde yapılan “iftar davetlerinin” tadı hala damağımdadır.

Akşama kadar çalışan, yorulan, aç ve susuz kalan “oruçlu insanların” komşularıyla birlikte yaptığı iftardan sonra yorgunluğu falanda kalmazdı.

İftardan sonra, yenilen tatlılar ve çay eşliğinde yapılan sohbetlerin tadı bir başka güzellikteydi.

Hele uzun ramazan günlerinde, elleri öpülesi analarımızın, çimenliklerde, çaylıklarda oruçlu oruçlu çalıştıktan sonra eve gelerek iftar hazırlıkları yapmalarını asla unutamam.

Teravihlerle taçlanan “Ramazan Geceleri” çocukluğumda hafızama kazınan en güzel hatıralardı.

Eli ayağı tutan herkesin akın akın teravih namazı için camiye gittikleri anlar, içinde muhteşem güzelliklerde barındıran zaman dilimlerine dönerdi.

Büyüklerin ellerinde; lüküs ya da fener, gençlerin ellerinde ise el fenerleri, Başköy’ün semalarını aydınlatırdı.

Başköy Köyü, Çayeli/Senoz Vadisinin en son ve rakım olarak en yüksek köylerinden birisi olduğu için, özelikle kışın yaşadığımız Ramazan günlerinde; iftarda ve sahurda lüküs ve camlıların köyü aydınlattığı muhteşem güzelliklere sahne olurdu.

Hayatımızın bundan sonraki yıllarında köyde ya da bir zamanlar şehirlerin kalbinde ruhu ile var olan mahallelerde yaşadığımız eski Ramazan günlerini bir daha yaşayamayacak, o günleri şu an yaptığımız gibi sadece yâd edeceğiz.

Çünkü öyle zamanlar vardır ki, yerleri ancak o zamanları yaşayarak doldurabiliriz.

Bize düşen görevi bir daha yaşamamız neredeyse imkânsız olan güzelliklerimizi “hatırlamak ve hatırlatmaktır.”

Son olarak, “nerede o eski Ramazanlar” duygusuna sahip olanlara seslenmek istiyorum!

Ramazan-ı Şerifiniz hayr ola,

Tüm dertleriniz def ola,

En güzel sadakanız, bir güler yüz ola.

Ramazanın manevi ikliminden istifade edenlerden olmamız niyazıyla;

Allah, tuttuğumuz oruçları kabul etsin.

Görüşmek üzere; Allah’a emanet olun…


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —