Abdurrahman Akın

Tarih: 14.10.2024 09:41

Kâhin olmaya gerek yok! BOP gözümüzün önünde yol aldı/alıyor!

Facebook Twitter Linked-in

 Sanki gizli bir el; “Ergenekon davası”, “açılım süreci” , “mülteci göçü”, “6-8 Ekim olayları” ve “15 Temmuz hain darbe kalkışması” gibi büyük sorunlarla karşı karşıya kalmamız için; bu süreçlerin, hem içerde hem de sınırlarımızın dışındaki her adımını en ince detayına kadar hesaplamış ve ülke olarak tahayyül dahi edemeyeceğimiz bir noktaya gelmemiz için plan ve programını yapmış gibiydi!

Bu makalemiz vesilesi ile yaşadığımız bu süreçleri adım adım irdeleyerek “o gizli elin sahibi ya da sahiplerini” dünden bugüne yaşadığımız olayların ışığında iz sürerek bulalım istiyorum!

Ergenekon davası neydi kısaca hatırlayalım.

Ergenekon adı verilen dava; 2000'li yıllarda Türkiye'de faaliyet gösterdiği ileri sürülen sözde gizli silahlı örgüttür. 

Ergenekon davalarındaki ilk iddianame bugün kaçak durumda olan Zekeriya Öz, Mehmet Ali Pekgüzel ve Nihat Taşkın tarafından hazırlanmıştı.

86 sanıklı dava 25 Temmuz 2008'de açıldı. 

İlk duruşması 20 Ekim 2008'de Silivri Cezaevindeki duruşma salonunda yapıldı. 

Onlarca gazeteci, yazar, siyasetçi, sanatçı “silahlı örgüt kurmak” suçlamasıyla yakalanmış, hapse atılmıştır.

Büyük oranda ele geçirilen “Türk Yargısı” tarafından terörizm ile suçlanan insanlar; yargının temizlenmesinden sonra 21 Nisan 2016'da Yargıtay kararı ile usul ve esas yönünden bozulmuş, tutuklu bulunanlar özgürlüğüne kavuşmuştu.

Açılım süreci neydi, onu da kısaca hatırlayalım.

Adına “çözüm süreci, açılım süreci, demokratik açılım veya Kürt açılımı” verilen ve uzun yıllardır süren Türkiye-PKK çatışmasını çözmeye yönelik olarak iktidar partisi olan Ak Parti Hükümeti tarafından başlatılan sürecin adıdır.

İmralı’da yatan terörist başı Abdullah Öcalan’la görüşmeler, HDP milletvekillerinin PKK’lıların Kandil’de ayağına giderek terörist başı ile aralarındaki diyaloğu sağladığı “akıl insanlar heyeti” adı altında her meslekten insanların il il dolaşarak bu süreci anlattılar.

PKK’li teröristlerin ellerini kollarını sallayarak Habur sınır kapısından girip arabalar üzerinde kurulan “gezici mahkemelerde” yargılanma sürecide” ile kamu kurumlarından “T.C- Türkiye Cumhuriyeti” ibarelerinin ve andımızın okullardan kaldırılması bu dönemde yaşandı.

Daha sonra ise; Oslo da PKK’lılarla yapılan gizli görüşmenin kamuoyuna yansımasıyla sekteye uğrayan “açılım süreci”, 28 Şubat 2015, Dolmabahçe Toplantısı adı altında HDP Heyeti ile Ak Parti hükümetin “Dolmabahçe Başbakanlık Ofisinde” yaptığı görüşmenin ardından 10 maddelik deklarasyon kamuoyu ile paylaşılmıştı.

2015 yılının Temmuz ayına gelindiğinde PKK’nin şehirlerimizde başlattığı “çukur ve barikat savaşına” müdahale eden 793 polis ve askerlerimizi şehit verdik.

Yine bu dönemde; 27 Aralık 2015, HDP, HDK ve DBP’nin de katıldığı Olağanüstü DTK toplantısının ardından 14 maddelik “demokratik özerk bölgeler deklarasyonu”  yayınlandı. 

Açılım süreci adı verilen bu süreç; zamanın Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “benim bu görüşmelerden haberim yok, görüşmeleri tasvip etmiyorum” demesi üzerine bitmişti!

Kamuoyunda “Kobanı” veya “6-8 Ekim Olayları bilinen, Doğu illerimizde insanların sokaklara döküldüğü o kaos günlerini bir kez daha hatırlayalım.

Türkiye’nin Doğu ve Güneydoğu illeri ile büyük şehirlerde HDP’nin “sokağa çıkma çağrısı!” üzerine başlayan protesto olayları şiddete dönüştü. Sivil halka yönelik saldırılar ve kamu binalarını yağmalamalar oldu. 

Evler, sokaklar ve arabalar yakıldı.  İnsanlar öldü; hükümet sokağa çıkma yasağı ilan etti. 

Ülke genelindeki eylemlerde 46 kişi öldü, yüzlerce kişi yaralandı ve tutuklandı. 

Türkiye’ye mülteci göçü ne zaman başladı onu da kısaca hatırlayalım.

Suriye’den Türkiye'ye ilk kitlesel göç 2011'de başladı.

Suriye’de iç savaş başlayınca bunun sonucunda sınırlarımıza yakın bölgelerden başlayarak iç kesimlere kadar olan şehirlerden 2011 yılının Nisan ayında ilk mülteci kafilesi ülkemize giriş yapmaya başladı.

Kasım 2011’de ise Türkiye, binlerce mülteci ve askeri sığınmacı için altı kamp kurmak üzere 15 milyon dolara kadar para harcadı.

Hükümet yetkililer Suriyelilerin "mülteci" değil "misafir" olduğunu açıkladı.

O günden bugüne akın akın ülkemize gelen Suriyelilerin misafirlikleri bitmediği gibi, vatandaş olmaya, oy kullanmaya bile başladılar!

Bugün Türkiye'de "geçici koruma" statüsündeki Suriyeli sayısı resmi rakamlara göre 3 milyon 600 bin kişidir. (Ben bu rakamların gerçek olmadığına inanıyorum) 

Bu sayılar Türkiye'yi dünyada en çok mülteciye ev sahipliği yapan ülke yapmaktadır!

Suriyeliler yetmezmiş gibi, Afganistan’dan ve Pakistan’dan da akın akın insanlar ellerini kollarını sallayarak sınırlarımızı delik deşik ederek gelmeye başladılar! 

15 Temmuz 2016 “Askeri Darbe Girişimi” kimlerin marifetiydi yeniden hatırlayalım.

Türk Mahkemelerinin verdiği isimle “15 Temmuz 2016 günü “Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ)” mensupları tarafından 15 Temmuz 2016 senesinde darbe girişimi gerçekleştirilmişti. 251 vatandaşın şehit olduğu bu darbe girişimini unutmak olur mu?

15 Temmuz Darbe Girişimi, darbe metninde yer aldığı isimle “Yurtta Sulh Harekâtı”, 15-16 Temmuz 2016 tarihleri arasında Türk Silahlı Kuvvetleri bünyesinde kendilerini Yurtta Sulh Konseyi olarak tanımlayan bir grup asker tarafından Türkiye'yi kaosa sürüklemeye çalışan bir büyük kalkışmaydı. 

16 Temmuz sabahı, “TSK ve Emniyet Genel Müdürlüğü” personelinin düzenlediği ülke çapındaki operasyonlar sonucunda “askerî darbe girişimi” bastırıldı ve darbeci askerler silahları ile birlikte teslim oldu.

Darbe de yaşanılan olaylar sonucunda yüzlerce kişi öldü, binlerce kişi yaralandı, darbe yanlısı asker, yargı ve sivil siyaset mensupları dâhil olmak üzere binlerce kişi tutuklandı.

Darbe girişimi sonucu tutuklu bulunanların yargılanmaları İstanbul 23. Ağır Ceza Mahkemesince Silivri Ceza İnfaz Kurumları Kampusu’nda görüldü.

Kasım 2021 itibarıyla, darbe girişimine ilişkin açılan 289 davanın tamamı karara bağlanmış; bu kapsamda 1224'ü ağırlaştırılmış müebbet hapis ve 1103'ü müebbet hapis cezası almak üzere toplam 3838 kişi hapis cezasına çarptırılmıştır.

Birçoğumuzu o günlerde derinden üzen ve öfkelendiren bir konuyu daha hatırlatmak isterim.

Çözüm Süreci boyunca medyanın her yerinde Türk Ordusu aşağılanıyordu!

Habur’dan giriş yapan teröristler kahraman gibi karşılanıyordu!

Ve şehirlerdeki PKK'lılar, kahraman askerlerimizle dalga geçiyordu!

Türkiye Cumhuriyeti Devletinin sınırları içinde yaşanılan bütün bu olaylarla birlikte, sınırlarımızın hemen yanı başında yaşanılan ve bizi bire bir yakından ilgilendiren olayları da kısaca hatırlayalım.

Amerika Birleşik Devletleri “Kudüs’ü” İsrail’in resmi başkenti olarak kabul etti.

Ermenistan’ın elinden işgal altındaki Karabağ’ı almak için Azerbaycan Devleti hareket başlattı.

İran’da meydana gelen halk ayaklanmaları. 

Rusya’nın Ukrayna’ya savaş açtı.

Kerkük’ün statüsünü değiştirmek için oynanan ayak oyunlarının devam etmesi.

Siyonist devlet İsrail’in, başta Filistin/Gazze olmak üzere Ortadoğu’yu kan gölüne çevirme operasyonları.

Bütün bu hatırlatmalarımızdan sonra “o gizli elin” sahibini/sahiplerini deşifre edebiliriz! 

O gizli elin sahibi; İsrail’in varlığını korumak için planlanan ve hayata geçirilen “Büyük Ortadoğu Projesi –BOP” dur!

BOP’un sözde amacı, bölge ülkelerine demokrasi getirmektir, asıl amacı ise; İsrail’i korumak ve ABD’nin petrol ve petrol yollarını kontrol altına almak, Orta Doğunun sınırlarını kendi çıkarları doğrultusunda yeniden dizayn etmektir!

ABD’nin BOP’u uygulama alanına baktığımızda daha çok İslam coğrafyasının sınırlarını görürüz.

Genişletilmiş “Büyük Ortadoğu Projesi” ise, Kuzey Afrika’dan İran Körfezine kadar uzanan bir alanı kapsamaktadır. 

Bu bölgede; Arap Ülkeleri, İsrail, Pakistan, Bangladeş, İran, Ermenistan, Azerbaycan, Gürcistan ve Türkiye yer almaktadır.

BOP Projesinin ana hedefleri şu şekilde sunulmuştur;

BOP kapsamındaki ülkelerde istikrarı sağlamak,

Filistin, İsrail anlaşmazlığını çözmek,

Teröre destek veren ülkelerle savaşmak,

Ortadoğu ülkelerinde demokratikleşmeye ve ekonomik gelişmeye katkıda bulunmak.

Netice olarak “Kâhin olmaya gerek yok!”

Bizzat yaşayarak gördük ki; BOP sadece üç harften oluşan bir kelime değildir!

BOP’un bölge ülkelerine demokrasiyi getirmesi bir büyük yalandır!

Bugün İsrail devleti başta ABD’nin güvencesi altında Gazze’de çoluk çocuk demeden insanları öldürmekte, Gazze’yi haritadan silmek için topyekûn savaş halindedir.

İsrail bu tutumu ile kendisine yardım eden “açık ellere” rağmen, bu saatten sonra varlığını bu coğrafyada devam ettirebilecek midir?

Irak’ta, Suriye’de, Lübnan’da yaptıklarından sonra coğrafyamızda büyük Kürdistan hayali kuranların emelini gerçekleştirecekler midir?

Temennim; Coğrafyamızı ve özelde ülkemizi gizli/açık bir şekilde birilerini piyon olarak kullanarak “müttefik” kelimesinin de arkasına sığınarak, bölgeyi karıştıran “o gizli ellerin” uyanan insanların eli ile sökülüp atılmasıdır. 

Bu uyanış, bilelim ve inanalım ki, ABD’de ve Batı emperyalizminin coğrafyamız üzerindeki tasallutuna da son verecektir!

Son olarak şu düşüncelerimi ifade etmek isterim.

Milletin oyu ile iktidara gelenler, Batı Dünyasının gizli ajandasına hizmet etmeyi akıllarından çıkarsınlar artık! 

Bu yaşıma geldim, hiçbir gelişmiş ülkede bizde olduğu kadar, anayasa tartışması ve çalışması yapıldığını görmedim! 

Bir defa daha yeni anayasa hazırlama tartışmaları yapmak, hele de ilk dört maddesi ile ilgili abuk sabuk düşünceler gündeme getirmek bu ülkenin yararına değildir! Zira, ülkemizde yaşadığımız pek çok sorunun sebebi anayasa değil; anayasanın doğru dürüst uygulanmamasıdır!

Dün devletimizi zaafa düşüren, BOP’nin bir parçası olduğu aşikâr olan, birilerinin “açılım süreci” dediği, fakat benim gibi düşünenlerin “çözülme süreci” diye isimlendirdiği, yüzlerce şehit verdiğimiz bir süreci yeniden sahneye koymaya düşünenlere; Türk Milleti bu defa rıza göstermeyip gerekli cevabı vermeli ve “Büyük Orta Doğu Projesini” çöpe attırmalıdır!


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —