Mayıs ayı, benim hayatımda birçok ilkin yaşandığı çok özel günlerin adıdır.
Şöyle bir düşünüyorum da; çocukken Mayıs ayında yaşadığım hatıralarım, ruhumun üzerinde ne değerli ve ne özel tesirler bırakmış.
Bütün bu yaşadıklarımı bugün düşününce o güzelliklerin farkına daha iyi varabiliyorum.
Çocukluğumun Mayıs aylarından bahsederek, geçmişe bir yolculuk yapmak niyetindeyim!
Ben de köyde doğup büyüyen akranlarım gibi altı yaşına kadar köyden Çayeli’ne dahi inmemiş ya da aile büyükleri tarafından götürülmemiştim!
Çok garip, demek o yaşa kadar köyde önemli bir rahatsızlıkta geçirmemişim ki, doktora gitme bahanesiyle de olsa büyüklerim tarafından Çayeli’ne götürülmemişim!
Hâlbuki bugün şehirde doğan çocuklar ayda en az bir defa doktora gitmeseler hasta oluyorlar!
Benim Çayeli’ni ilk görüşüm ya da ilk tanışıklığım bir Mayıs ayın da olmuştu.
İlk defa deniz görmüş ve yine ilk defa olarak şehir ortamında gezerek köye dönüşte yaşıtlarıma anlatacağım, Çayeli’nde yaşadığım günleri zihnime kaydetmiştim!
Ben o ilk Çayeli seyahatini neden yapmıştım biliyor musunuz?
Yayla göçü zamanı yaklaşıyordu ve alışveriş yapılacaktı yayla içinde ondan!
O güne kadar bizim evde hiçbir çocuk “yayla alışverişi” için Çayeli’ne götürülmemişti.
Başka bir yazımda anlatmıştım; çok fazla ısrar ettiğim için yaylaya götürüldüğümü!
Şimdi de Çayeli’ne de gitmek için çok fazla ısrar edince bu defa Çayeli yolu görünmüştü bana.
İlk yayla yolculuğuna rahmetli Muhammet Amcamın beni katırımız olan Monus’un üzerine bindirilerek gitmiştim.
Bu defa ise belli bir mesafeyi köyden yaya yürüyerek geldiğimiz Haçıklı denen bölgede, Senoz Vadisinin şoförlerinden olan rahmetli Kemal Demirci Dayımın arabasına binerek Çayeli’ne gitmiştim.
Fazla ısrarım sonucu getirildiğim Çayeli’nde, yaylaya gideceğim için yeni bir “kara lastik”, kapüşonlu mont ve bir kazak almışlardı.
Çayeli’nde ki geçirdiğim iki gün başlı başına bir yazı konusudur, sadece şunu ifade etmek isterim.
Köye geri döndükten sonra Çayeli’nde yaşadığım o iki günü köydeki akranlarıma aylarca en ufak teferruatına kadar anlattığımı hatırlıyorum.
Mayıs ayının birinci önceliklerindendi yaylalara yapılan göçler.
Günlerce yayla göçü için hazırlıklar yapılırdı köylerde hayat canlı yaşandığı yıllarda.
Yaylaya giden aileler için, ineklerin ve katırın hazırlanması başlı başına bir olaydı.
Bugün köylerde bile kalmayan katırlarla yük taşımak o günlerin en revaçta olan işlerindendi.
Biz şanslıydık, Rahmetli Dedemin sıpa iken alıp getirdiği bir katırımız vardı ve bu yüzden ayrıca “katırcı” parası vermiyorduk!
Bugün köylerimizde ne katırlar kaldı ne de o meşhur katırcılarımız!
Tabii bu ay tarlaların ekileceği zaman dilimiydi de aynı zamanda.
Büyük tarlalar kara sabanla iki öküz vasıtasıyla koşulurdu.
Daha sonra Karadeniz’in cefakâr kadınları tarafından bu tarlalar ekilir bakımları yapılırdı.
Kışın ineklerin yiyeceğini temin için biçilen “çimenlikler” bu ay elden geçirilir, köklenir ve ayrık otlarından temizlenirdi.
Mayıs ayı, aynı zaman da çay toplama sezonunun da başlangıcıydı.
Bugünde aynı telaşın içindedir insanımız, ama ne o her ailenin kendi çayını toplama telaşı ne de çay alım yerlerindeki çay satma telaşı vardır.
Çocukluğumda, ilk zamanlar elle, sonra orakla toplanan çay, daha sonra çay makaslarıyla, şimdide elektrikli makinelerle toplanmaya başlandı!
Her şey gibi çay toplama işinin de makineleşmesi elbette doğal bir sürecin sonucudur.
Bu kolaylığa rağmen, ne acıdır ki artık kimse çay tarlalarına girip üretime katılmıyor!
Sarp Kapısının açılmasından sonra yıllarca her “sürümde” çay toplama işi de “Gürcülere” bırakıldı!
Bu ayda meşeler arıcılık yapanlarla şenlenirdi!
Meşelerdeki kara kovan peteklerinin bakımı ve yeni boş kovanlar bu ayda ağaçlara çekilirdi.
Gürgen, Çam ve Karaağaç üzerlerine büyük bir titizlikle yerleştirilen ve bir iskele yardımıyla çıkılabilen ağaçlardaki peteklerin bakımı Mayıs ayında yapılırdı.
Açan, başta komar ve kestane ağaçlarının çiçekleri ile adeta sarhoşa dönen Kafkas arıları kara kovanlara bu ayda bal taşımaya başlardı.
Hepimizin bildiği gibi, Mayıs ayının ilk günü bütün dünyada “işçi bayramı” olarak kutlanır.
Bizim köylerimizin emekçi insanları, “alınteriyle kazanılan” her şeyin o kadar içinde olurlardı ki; sloganlardan uzakta “tarlada, meşede, derede, yaylada”, yani hayatın her alanında sadece Mayıs aylarında değil, senenin her günü alın teri ile üretmenin büyük hazzını yaşarlardı.
Ben de birçoğumuz gibi uzun yıllardır gurbetteyim.
Hakikatten, Rize’de olmak o güzel coğrafya parçasının mis gibi havasını teneffüs etmek, çay toplamak, yaylalara çıkmak, derelerde balık tutmak, uzaklarda olan benim gibi gurbetçilerin özlemini duydukları güzelliklerdendir.
Biz Rizelilerin bir kısmı, fazladan “köy ve yayla kültürünün” içinde doğmuş, büyümüş ve hayatımızın en güzel yıllarını yaşamış olduğumuzdan dolayı daha farklı özlemin içindeyiz.
Kendimizi bu anlamda avutacak ne bulursak ona sarılıyoruz, ama sadece o anın getirisi olan hatıralar bizi kısa bir süreliğine ancak rahatlatmaya yetiyor.
Ekonomik şartların bozulduğu ülkemizde, insanımızın özlemini duyduğu, doğduğu ve kişiliğinin oluştuğu o güzelim coğrafya parçasında yaşayamıyor ve üretime katılamıyor olması gerçekten de duyarlı insanlara üzüntü veren bir durumdur.
Genel anlamda meseleye bakacak olursak, Türkiye’nin kalkınma planında köyler önemli bir yer tutar, tutmalıdır!
Şehirlerde yaşayan milyonlarca insanın gıdasını kim nasıl temin edecektir?
Nereye kadar tarım ve hayvancılıkta ithal edilen ürünlerle koca ülke doyacaktır?
Daha fazla geç kalmadan, etraflıca bir üretim seferberliğine başlamamız kaçınılmazdır.
Köy ve köylerde yaşayan insanların davası aslında bütün Türkiye’nin davasıdır; eğer köylünün ve çiftçinin üretim meseleleri çözülmezse ülkemizi çok daha zor günler beklemektedir.
Mayıs ayı vesilesi ile doğduğumuz, çocukluğumuzun geçtiği, her türlü üretimine katıldığımız köyümüzün “Mayıs Ayının tatlı telaşlı günlerine” gönderme yapıp bu ayda yapıp ettiklerimizle ilgili kısa bir bilgilendirme ile birlikte köylerin ve köylerde yapılan üretimin önemine vurgu yapmak istedim!
Biliyorumki; bugün olduğu gibi bundan sonrada yaşayacağımız her “Mayıs Ayı” bende hüzünle karışık birçok güzelliği çağrıştıracaktır!
Ve yine de her şeye rağmen ülkemizin dört bir yanında olduğu gibi, Rize/Çayeli Senoz Vadilerinde, hüzünle değil sevinçle karşılayacakları Mayıs aylarının tatlı telaşlarına ulaşmasını gönülden temenni ediyorum.
Mayıs ayı toprağın kokusunu duyduğumuz, tabiatın uyandığı, ekip biçme faaliyetleri ile birlikte yayla göçlerinin başladığı köylerimiz için çok önemli zaman dilimiydi bir zamanlar.
Cahit Zarifoğlu’nun vurgu yaptığı “helal ekmek” peşinde koşmak düşüncesi bir zamanlar hayat felsefesiydi köyde yaşayanlar için.
"Helal ekmek peşinde koşacaklar için yeryüzü cennete ulaştıran yollardır.
İster küçücük bir bostanda, ister binlerce dönümlük tarlalarda.
İster denizlerde, ister ırmaklarda... "
Görüşmek üzere; Allah’a emanet olun…