Toprak ve tohum.

Bediüzzaman yolculuğuna çıkan ve onun geçtiği yerlerden geçip evine kadar giden

TEFEKKÜR 6.10.2013 11:30:30 207 0
Toprak ve tohum.




Üç gün boyunca bir gurup Nur Yolcusu
, DAKA (Doğu Anadolu Kalkınma Ajansı)’nın davetlisi olarak Van ve Bitlis’te misafir edildik. Konseptin ismi Nur Yolu idi… Kıymetli yazarlarımız, akademisyenlerimiz, araştırmacılarımız ve değerli ağabeylerimizin olduğu bu müstesna gurupta istifademiz, ufkumuzu genişletti. Nur Yolunda Üstadın izini takip ettik. Onunla ilgili Van ve Bitlis’teki mekanları ve mahalleri gezdik. Ne güzel ağırlandık! Teşekkür boynumuzun borcudur, önce onunla başlayalım. Bu yolculuğun notlarını, biraz demlenmesi için erteleyip, bir başka yazıya bırakarak, bugün bavulumdan çıkan ilk şeyi paylaşmak istedim bu yazıyla…

Ene’yi!
Evet! Böyle güzel bir yoldan ene ile dönmek, soğuk muslukları açmak gibi bir duygu! Ama kendi adıma ilk nasibim bu oldu.

Nasip oldu. Üstadın doğduğu evde bir saat kadar ya da birkaç yüzyıl (tam olarak zamanı bilemiyorum) sükunetle kalmak, namaz kılmak ve Risale okumak nasip oldu. Otuzuncu Söz… Ene ve zerreden bahseden bir elif, bir nokta! Hamdolsun dersimi aldım.

Kendimi hiç bu kadar aciz ve garip hissettiğim olmamıştı. Buna pek çok kereler yakın oldum, ama bu olmamıştım.

Ene ile bir yüzleşmeydi bu. Üstadın doğduğu evde, onun hanesinde bunu okudum.
Çantamda getirdiğim şey işte buydu!

Bir analoji mi bu, bilmiyorum! Yaşantımın bölünmesi ve parçaları düzgün yerlere yerleştirme çabası.

Aynı sonuca bağlama analogları ve tüm bunları yapmaya çalışırken yine ene'nin tuzaklarına düşüş mü? Allaha sığınıyorum. Çünkü Allah’a sığınmak, rotayı bilmektir. Açık denizlerde savrulmamak, kıyıları bulmaktır. Ve Bismillah her hayrın başıdır.

“Bismillah”

Bir yolcu ne hisseder diye sorsalar!
Bediüzzaman yolculuğuna çıkan ve onun geçtiği yerlerden geçip evine kadar giden, köyüne, dünyasına ve hanesine misafir olan, sofrasında yemek yiyen, ağırlanan,bir yolcu ne yaşar, ne hisseder acaba?

Size onun sofrasından sunulan ikramlar var hala. Geriye kalan akrabaları ağırlıyor sizi, sofralar kuruluyor. Kalkıp yardım ediyorsunuz. Sohbetler uzak ve yabancı değil. Biz’in samimi izdüşümleri. Aynı sofradan nimetleniyorsunuz ve gördüğünüz her yüzde bir tanışıklık ve aynı masumluğun içinde bir ortaklık var. Orada masum olmamanız, hiç olmazsa orada masum olmamanız olsa olsa insan kabından çıkışınızın alametidir. Çünkü o masum dekor, o yalın sunumlar size bu fırsatı vermiyor.

Evet! Bir Nurs Yolcusu ne hisseder?
Şüphesiz pek çok şey! Buna bir gidiş ya da bir varış demek çok yüzeysel bir ifade. Moda deyimle İnanç Turizmi, mistik bir arınma da değil! Öyle gidenler,
sanıyorum bir parça nasipsiz döneceklerdir!

Her ne kadar her giden ancak kendi kabı kadar dolsa da, her ne kadar oraya giden insanın bileti güzel niyet olsa da derinde bir sır var ki, sanıyorum giden her yolcuyu ene ile yüzleştiriyor.

nursi_ev_b.jpg

Çetin bir yolculuk yapıyorsunuz önce. Büyük büyük dağları aşmanız gerekiyor. Hani Risalelerde geçen doğunun yalçın dağlarını... Öyle yüksek yarlardan geçiyorsunuz ki, bazen ister istemez gözlerinizi kapıyorsunuz aşağıya bakmamak için. Heybetli büyük dağlar aşıyorsunuz ve küçücük, kocaman bir köye varıyorsunuz. Yeşillikler içinde. Dağlar içinde. Yolları çamurlu, içinden sular akan, ceviz ağaçları, kavak ağaçları ile ve patika yollarla dolu bir köy!

Oraya gidişiniz, bir duruşa dönüşüyor. Bir duruş ve okuyuşa… Duruyorsunuz orada. Hareket edemiyorsunuz, bu mümkün değil. Cebinizdeki Iphone’lar patlıyor, çantanızdaki laptoplar infilak ediyor, değerli giysileriniz, kıymetli papuçlarınız paralanıyor, paralarınız pul oluyor. Çünkü orası bir nimet ve sunumdan çok daha öte bir yer. Tanık olduğunuz yüzyılın servisleri yok orada. Alışık olduğunuz şeyler yok. Ve olamaz da. Çünkü orası bir çekirdek…

Siz o çekirdeğe, şaibeli büyümüş bir ağaç olarak gidemezsiniz. Bir orman kuramazsınız ya da düşünemezsiniz o yalınlığın içinde. O çekirdek, kendi saflığına yakın bir yalınlığın haricinde kalabalık kabul etmez. Siz öyle olduğunu varsaysanız da… En güzel techizatlarla mücehhez olabilirsiniz, ama bunları taşıyor ya da kullanabiliyor olmanız yeterli değil. Çekirdeğinizi kullanabiliyor musunuz? Otuzuncu sözdeki kainat tılsımı olan eneyi! Bir medeniyet çekirdeğini yani! İşte bunu soruyor size!

Cevabını verebilmeniz için önce gözlerinizi değiştirmeniz gerekiyor. Retinalarınızdaki tozu gözyaşlarınızla yıkamanız lazım görebilmek, size sunulan dünyadan çıkabilmek ve çekirdeğinize dönebilmek için.

Evet! Bediüzzaman’ı görmek için o cağrafyaya bakmak, o coğrafyadan bakmak gerekiyor birazda. Beyninizdeki bilgi çekmeceleri, klasörlerinden sayfalar saçılıyor Nurs’un rüzgarına, ceviz ağaçlarına, çamurlu yollarına… Toplayamıyorsunuz. Toplamayın da zaten. Bırakın kalsın. Suyun başındasınız çünkü.
Onun mahallinde, evinde…
Kapı açılacak ve içeri gireceksiniz… İçre doğru!

Bediüzzaman’ın doğduğu evde en çok göreceğiniz ve hatta tek göreceğiniz şey “İnsan” olacak. İnsanı göreceksiniz… Bir alimin muazzam kütüphanesi yok orada, ilginç eşyalar, bir dekor, bir servis yok. Hayatı boyunca da böyle oldu hep.

Götüremeyeceği hiçbir şeyi sahiplenmedi. O sade evde sadece uçsuz bucaksız bir boşluk var. Ve tüm bu boşluğu dolduran tek şey “İnsan.” O kadar dolduruyor ki, sonunda boşluk kalmıyor. Bediüzzaman Said Nursi’de insanı görüyorsunuz en yalın ve saf haliyle…

Ve durup baktığınızda, yani yalçın dağlar arasındaki bu küçücük kocaman köyden baktığınızda, bir “İnsan”ın programını anlamaya çalışıyorsunuz. İşte diyorsunuz işaret parmağınızla kavisler çizerek, buradan başladı, şu aşılmaz dağları aştı, medreseye yayan gitti derken şuraya, buraya ve hatta Van’a, oralarda değişik tahsiller… Yollar aşıldı, dağlar aşıldı, yıllar aşıldı… Tüm bunlara bir göz gezdirip koca bir ağ örmeniz gerekiyor işaret parmağınızla. Değil buraları, İslam alemini hatta dünyayı saran….
O coğrafyadan, yani çıkış noktasından tüm Nur Tarihine bakmak, devasa bir kader-i ilahi prodüksiyonunu izlemek gibi bir duygu.

İşte Ene’yi görüyorsunuz orada. Zaman-ı Adem’den şimdiye kadar alem-i insaniyetin etrafına dal budak salan nurani bir şecere-i tuba’nın çekirdeğini… Dönüp kendi enenize bakıyorsunuz.

Sonra uçaktan iniyor, koşa koşa eve varıyor ve Külliyattan Sözleri alıyorsunuz.
Otuzuncu sözü önünüze koyup, düşünmeye başlıyorsunuz!

Allah yardımcımız olsun inşallah!

Duayla. 
İLKAY KAYATÜRK

Anahtar Kelimeler:

Yükleniyor

Yükleniyor

Yükleniyor