Tarih: 25.03.2014 19:23

Su ve Enerji kompozisyonu Türkiye 1.si Rize'den

Facebook Twitter Linked-in

Dünya Su Günü, 1993 yılında Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, 22 Mart tarihini ‘Dünya Su Günü’ olarak ilan etmesiyle kutlanmaya başlandı. İlk kez 1992′de Birleşmiş Milletler Çevre ve Kalkınma Konferansı’nda önerilen ‘Dünya Su Günü’, gerek BM üyelerinin, gerekse diğer dünya ülkelerinin giderek büyüyen temiz su sorununa dikkat çekmek, içilebilir su kaynaklarının korunması ve çoğaltılması konusunda somut adımlar atılmasının sağlanmasında teşvik olması amacıyla bu isme bir gün adamak anlamında oluşturuldu.

Bu nedenle Türkiye genelinde düzenlenen yarışmada Türkiye birincisi olan öğrencimizi, Vali Çakır makamında kabul ederek, ödüllendirdi.

Kabulde, DSİ 22. Bölge Müdürü Adil Erdoğan Yaşaroğlu da hazır bulundu.

Vali Çakır, toplumsal bilinci geliştirmek, çocukların, çevre sorunlarına duyarlı ve bu konuda çözüm üreten sorumluluk sahibi bireyler olarak yetişmesini sağlamak, küresel su anlayışını yerleştirmek ve sorumlu su kullanımını yaygınlaştırarak sürdürülebilir kalkınmaya destek sağlamak amacıyla 22 Mart Dünya Su Günü etkinlikleri çerçevesinde DSİ tarafından programlar düzenlendiğini ifade etti.

Bu çerçevede ‘Su ve Enerji’ konulu kompozisyon yarışmasında Merkez Denizciler Ortaokulu 8.sınıf öğrencisi Altay Yıldırım Türkiye genelinde düzenlenen kompozisyon yarışmasında Türkiye birincisi olmuştur. Öğrencimizi, öğretmenlerini ve okul idaresini tebrik ediyor, başarılarının devamını diliyorum dedi.

Su ve Enerji konulu kompozisyon yarışmasında Türkiye birincisi olan eser:


YORGUN İHTİYAR

Alnında derin çatlaklar, gözlerinin kenarında zamanın çizgileri, dudaklarında yorgunluğun ve eski tebessümlerin izleri… İki büklüm beli… Ama hayata dört eliyle sarılmış, yaşama sevinci ile dolu bir ihtiyar. Henüz on üç buçuk milyar yaşında. Yanlış duymadınız. Ne devirler yaşamış; ne toplumlar, ne canlılar yaşatmış bu sürede. Kimden bahsettiğimi anladınız sanırım. Dünya…
Yıllar yıllar önce canlı türleri henüz yokken uzay boşluğunda bir toz bulutunun zamanla yoğunlaşmasıyla oluşmuş Dünya. Henüz küçücükmüş o zamanlar. Büyümüş, büyümüş… Enerjisi, gücü tükenmeye başlamış gün geçtikçe. Sebebi ise insan.
Tıkır tıkır işliyor tüketim ve üretim çarkımız. Ne de güzel parıldıyor şehirlerimiz. Ne de olsa üretiyoruz enerjiyi bol bol. Peki ya üretirken kaybettiklerimiz? Fosil yakıtların yaydığı sera gazı… Ozonu delen, zararlı ışınları dünyaya sokan… Yani silahı küresel ısınma olan, doğanın katili…
Bu durumda yenilenebilir yani doğal enerji kaynaklarına dört elle sarılmaktan başka çaremiz var mı? Gelişirken kaybetmek istemiyorsak güneş, rüzgâr ve suya koşmalıyız. Bizden hiç beklentisi olmayanlara, bize enerji verirken hayatımızdan renk çalmayanlara… Ve bir gün bizi terk etmeyeceklerini bildiklerimize… Kömür, petrol gibi yakıtlar bize enerji sağlarken yaydıkları sera gazıyla da zarar verirler. Eninde sonunda bir gün tükeneceklerdir zaten. Güneş ve rüzgâr ise tükenmeyen enerji kaynaklarımız. Bunlardan bir diğeri: bazen kıymetini bilmediğimiz, har vurup harman savurduğumuz, su.
Bir damla, bir daha… Aktıkça boşa, birikiyor sancılarımız, sönüyor güneşimiz ve soluyor hayallerimiz. Ve enerji üretelim derken kendi enerjisini bitiriyor, ölüyor yaşam. Aslında boşa akan su değil; hayatımızın, geleceğimizin ta kendisi. Tükenen…
Su neden mi bu kadar önemli?
Çünkü yorgun ihtiyarın dizindeki derman ve daha uzun yaşaması için ferman sudur. Yüzündeki renk, sesindeki ahenk… Tabiatın ilacı, canlıların hayat ağacı… Yanan yüreklere ferahlık, filizlenen tohumlara güç, toprağa kan, doğa anaya candır. Odur barajlarda elektriğe dönüşerek karanlık gecelere ışık olan. Kara kışta sıcaklık, pişmeyi bekleyen aşa ocaktır. Bazen bütün heybetiyle vadilerden süzülen bir nehirde kurulan baraj, bazen coşkulu bir ritimle kıyıları döven dalgadır o. Enerjidir.
Onun terk ettiği diyarlar kaybeder enerjisini, kaybeder rengini. Siyah ile beyaz arasında griye çalan bin bir ton… Parlamayan bir güneş, mavisini kaybetmiş bir gökyüzü; mor, kırmızı ve turuncunun dokunmadığı çiçekler, yeşilini kaybetmiş bir tabiat… Kuraklıktan dudakları çatlamış kuru bir toprak, kuru dallar, kuru kökler… Ve açlığın pençesinde bir insanlık. Belki can çekişmekte. Renkleri solmuş bir tablo, her şey cansız, her şey donuk. Eksik parçanın ne olduğu ise gayet açık. Tabi ki su.
İnsan hayatının gökkuşağı misali renkleri vardır. Bu renkleri bize sunan sudur. Onunla can bulur hayat, onunla var olur. Güneş daha bir belli eder sarı olduğunu, deniz mavi… Koşmaktan yanakları al al olmuş çocukların, kömür madenlerinde kararan yüzlerin içini ferahlatan odur.
Ve Dünya… Artık yorgun bu ihtiyar. Damarlarında dolaşan hayati sıvı, sudur. İnsanlık darağacında, ip ise kendi elimizde. Hiç tükenmeyecekmiş gibi harcarsak suyu - enerjimizi- kendi sonumuzu kendimiz getiririz.
 



Orjinal Habere Git
— HABER SONU —