SARIKAMIŞ FACİASI
Sarıkamış faciası, Türk tarihinin çok acı bir gerçeğidir ve belki de dünya da eşi benzeri bulunmayan bir trajedidir. Kar, tipi ve dondurucu soğuğa rağmen Rus işgaline karşı kahramanca yapılmış bir kurtuluş mücadelesidir.
Ne yazık ki, sonuç alınamamış ve 90 bin kişilik bir ordu yok olmuştur. Görmezden gelerek, yok sayarak bu gerçeği değiştiremeyeceğimiz gibi, orada gözünü kırpmadan şehit olan kahramanlara da çok büyük haksızlık yapmış oluruz. Bu haksızlık yapılmıştır. Türk tarihinin bu en hazin sayfası uzun yıllar saklanmış ve hiç konuşulmamıştır. Son yıllarda gündeme gelmiş olması bir küçük tesellidir. Ancak kesinlikle yeterli değildir.
'Sarıkamış faciası' denilince, sadece 22 Aralık 1914 günü hiçbir hazırlığı olmayan 90 bin kişilik ordunun Allahuekber dağlarını aşmak için başladığı yürüyüşün hazin ve acıklı bir şekilde sona ermesi akla gelmemelidir. Öncesi ve sonrası vardır. Ne yapılmak istenmiş, Osmanlının elindeki en disiplinli ve en deneyimli ordu neden böyle bir maceraya sürüklenmiştir? Sarıkamış'ı Rus işgalinden kurtarmak niçin bu kadar önemliydi? Neden bu kadar acele edildi ve bu risk göze alındı? Şurası kesindir ki, Enver Paşa planını gerçekleştirebilseydi Türk tarihi başka türlü yazılmış olacaktı. Enver Paşa'nın çok idealist ve büyük hayalleri olan bir askerdi.
BÜTÜN KAFTASLARI KURTARMAK İÇİN
Önce tespiti doğru yapalım; Enver Paşa bu riski sadece Sarıkamış ve Kars işgalini sona erdirmek için değil, bütün Kafkasları kurtarabilmek için göze almıştır. Ancak, hemen her konuda olduğu gibi bu meselede de peşin yargılardan, ideolojik saplantılardan kurtulamıyoruz. Bu saplantılar, beraberinde yargısız infazı da getiriyor.
Enver Paşa'nın Turan İmparatorluğu ve İslam birliği kurma hedefinin bilinmesi, bu infazın en acımasız biçimde yapılmasının gerekçesini oluşturuyor. Bakış açısı bu olunca artık yaptıklarının, söylediklerinin, tarihteki yerinin hiçbir önemi kalmıyor. Her bahane ile saldırılıp ve hatta daha da ileri gidilerek hain ilan ediliyor. Oysa bu sakat bakış açısı ile tarihi anlamak da, anlatmak da imkansızdır.
Enver Paşa, Sarıkamış harekatını yapmakla büyük bir risk almıştır. Bu risk ne yazık ki karşılığını bulamamıştır. Eğer sonuç alınsaydı, sadece Türk tarihinin değil, dünya tarihinin akışını değişmiş olacaktı. Zaferle sonuçlanmaması da tarihin akışı değişkirmiştir. Bunun aksini kimse söylemiyor, söyleyemez. Ancak, şurası hiç unutulmamalıdır.
Tarihteki bütün büyük komutanlar, mutlaka riskler almışlardır. Bütün büyük zaferlerin arkasında bıçak sırtı bir durum ve son derece büyük riskler vardır. Mustafa Kemal, Samsun'a çıkarken bir risk almamış mıydı? Çanakkale zaferinde, Sakarya savaşında, Kurtuluş savaşında risk yok muydu? Mustafa Kemal bu riskleri göze aldı ve bütün olumsuz şartlara rağmen tarihin akışını değiştirdi. Enver Paşa ise aldığı riski olumlu sonuçlandıramadı.
ENVER PAŞA 'VAR OLMA' YOLUNU ZORLADI
Bu riskler, sadece mevsim ve iklim şartlarından, coğrafi zorluklardan kaynaklanmıyordu. Dünyanın ve Osmanlının o dönemde içinde bulunduğu durumu iyi anlamak ve iyi değerlendirmek gerekiyor. Osmanlı 'var olmakla yok olmak' noktasında bir yol ayrımındaydı. Enver Paşa 'var olma' yolunu zorladı. Bunun gereğini yaptı. Almanlarla yaptığı işbirliği, Almanya'nın bu savaştaki yeri ve rolü de yine bu çerçevede değerlendirilmelidir.
Benzer şartların Çanakkale için de geçerli olduğu unutulmamalıdır. Yapacak fazla da bir şey yoktu. Enver Paşa asla bir hain değildi ve onu eleştirenlerin hayallerinin bile ulaşamayacağı idealleri vardı. Bu ideallere ulaşması da pekala mümkündü. Ama bazı küçük yanlışlar, taktik hataları ve kişisel zaaflar yüzünden olmadı. Olmaması, Enver Paşa'nın büyük bir Türk hakanı olduğu gerçeğini değiştirmez. Kaybetmeyi göze alamayanların kazanacağı ve kazandıracağı hiç bir şey yoktur. Korkaklık bir erdem olamaz. Enver Paşa bir korkak da değildi.
ELDEKİ BİLGİ VE BELGELER
Enver Paşa ve Sarıkamış faciasıyla ilgili eldeki en önemli belge, Sarıkamış harekatında katılan Köprülü Kaymakam (Yarbay) Şerif'in anılarıdır. Sami Önal tarafından günümüz Türkçesine çevrilmiştir. Aynı kitap daha sonra Dr. Mustafa Görüryılmaz tarafından da yayınlanmıştır. Görüryılmaz'ın kitabında yer ve mekan isimleri ile haritalar daha doğru olarak yer almaktadır.
Özellikle son yıllarda Sarıkamış ve Sarıkamış harekatıyla ilgili çok sayıda eser piyasaya çıkmıştır. Bunların tamamı Kaymakam Şerif'in kitabının etrafında geliştirilmiş yayınlardır. Çok önemli bir kaynak olmasına rağmen Kurmay Yarbay Şerif beyin bu kitabına ihtiyatla yaklaşmak gereklidir. Çünkü, oldukça ön yargılıdır. Enver Paşa peşinen suçlu ilan edilmiş ve kitap tamamen bu ön yargılar üzerine kurgulanmıştır. Bunun çok çeşitli sebepleri vardır.
İlk çeviriyi yapan Sami Önal'da bu duruma dikkat çekiyor ve şu değerlendirmelerde bulunuyor; 'Yarbay Şerif, Enver Paşa'dan daha yaşlı, mezuniyet yılı bakımından daha eski idi. Ama rütbece öne geçen Enver Paşa, geride kalan Şerif Bey'di. Üstelik Şerif Bey, 1918 yılı başlarında Sibirya'daki esaretinden kurtulup ülkeye döndükten iki ay sonra, Enver Paşa tarafından emekli edilmişti. Tüm bu olumsuzluklar bir araya gelince kuşkusuz ki Şerif Bey'den yazdığı kitapta Enver Paşa'yı göklere çıkarması beklenemezdi. Ancak eleştiriler biraz daha yumuşak olabilirdi.'
HESAPLAŞMA GAYRETİ
Yarbay Şerif Bey'in kendisi de bir hesaplaşma gayretine rağmen, kitabının sonunda şöyle bir tespitte bulunuyor; 'Balkan Savaşı'ndan sonra bir kurtuluş yolu bulmaya gereksinim duyan herkes, Enver'i karşısında emre hazır görünce eteğine sarıldı. Aman bize acı ve rehberlik et denildi. Çünkü denize düşmüştük. Enver rehberlik etti. Kurtuluş yolunda koşan bu genç kılavuz yaratılışı gereği, iz boyunca yürümedi. Çünkü iz zahmetliydi, uzuncaydı, ileri görüş, önlem ve sezgiye gerek gösterirdi. Enver, kestirme yoldan yürüyerek çabuk varmak gibi delice bir hevese kapıldı, uçuruma atıldı. Biz de birlikte!'
Yarbay Şefik Beyin bir cümlesinin daha altını önemle çizmekte fayda görüyorum. Şöyle diyor; 'Sizi inandırmak isterim ki, Enver'le Hafız Hakkı'nın amacı da hizmetti ve her ikisi her gün ateş içinde bulundukları için on kez yaralanabilirlerdi.'
Bu değerlendirmelerden de anlaşılacağı gibi Enver Paşa, ideallerinin gereği olan cesarete fazlasıyla sahiptir. Sarıkamış harekatı sırasında askeriyle yürümüş, aç kalmış, savaşmış ve asla meydanı terk etmemiştir. Hatta komutan heyetinin Rus öncü birliklerinin saldırısına uğraması sırasında yanındaki askerin tüfeğini alarak karşısındaki birlik komutanını anlından vurmuş ve saldıranların bir anda dağılmasını sağlamıştır.
Keskin nişancı olduğu, bilinen bir gerçektir. Onu eleştiren, hatta hain ilan edenler, önce Osmanlı'nın o günkü şartlarını, dünyanın içinde bulunduğu durumu, coğrafyanın ve iklimin zorluklarını, sonra da Enver Paşa'nın ne yapmak istediğini iyi anlamak zorundadırlar. Ama içine düştükleri güdük ideolojik saplantılar ne yazık ki, akıl ve izanlarını da etkiliyor.
ENVER PAŞA İMPARATORLUĞU KURTARACAK MUCİZEYİ ARADI
Sarıkamış harekatıyla ilgili olarak piyasadaki bir diğer önemli belge, Dr. Ramazan Balcı'nın 'Tarihin Sarıkamış Duruşması' eseridir. Bu eserde yer alan ve Prof. Dr. Bingür Sönmez'in 'Ateşe Dönen Dünya' kitabında da altı çizilen, 'İntihar girişimi sayılabilecek bu hareketlerin psikolojik arka planında, son bir çılgınlıkla, ölümle pençeleşen İmparatorluğu kurtaracak mucizeyi aramanın yattığı …' yaklaşımını, bu konuda değerlendirme yapan herkesin, mutlaka hesaba katmak zorunda olduğunu belirtmeliyim.
Enver Paşayla ilgili çok şey söylenebilir. Ancak, vatanseverliğinden, iyi niyetinden ve kahramanlığından kimse şüphe edemez. Nitekim, harekatın 90. yılında Genelkurmay Başkanlığı tarafından ilk defa yayınlanan bildiride de,'yönetilebilir riskle, yönetilemeyen risk' olgusuna dikkat çekilmiştir. Aynı kanaatte olduğumuzu, Sarakamış'la ilgili olarak yazdığımız çok sayıdaki yazıda ortaya koymaya çalıştık. Sarıkamış harekatı düşünce ve planlama bakımından son derece isabetlidir. Bugün bile hiç kimse harekat planının yanlışlığından söz etmez.
Hatta mükemmel olduğunu söyleyenler de vardır. Ancak donanım, zamanlama ve özellikle de uygulamadaki yetersizlik, riski yönetilebilir olmaktan çıkarmış ve ne yazık ki felaketi getirmiştir. Buna rağmen Rus esaretinde büyük acılar yaşamış insanların torunları olarak bizler, bugün geriye baktığımızda sadece bu esarete son verme niyetinden dolayı bile, Enver Paşa'yı anlamak ve minnet duymak durumundayız. Almanya'nın niyeti ve harekatın dünya dengelerine etkileri Osmanlı'nın sonunu getiren bir sonucu doğurmuş olsa da, Enver Paşa bir büyük idealle yola çıkmıştı.
SARIKAMIŞ BUDUR
Çocukluğum ve gençliğim Sarıkamış'ta geçti. Bizim evimizin yaslandığı ve eteklerinde futbol, tepesindeki oyuklarda saklambaç oynadığımız küçük tepede, Sarıkamış harekatında en kanlı çarpışmalarının yaşandığı ve en hayati mevzilerinin bulunduğu mekandır. Kaymakam Şerif bakın o tepeyi nasıl anlatıyor; 'Başı kesilmiş bir havuç gibi görünen tepenin kendi küçük, yeri mühim. Kuzeyden ve batıdan gelen boğazlara düğüm noktası olan tepe. Orayı alan Sarıkamış'ı almış olacak. Tepenin ne olduğunu, almak isteyen gibi, vermek istemeyen de biliyor. Mitralyözlerini yerleştirmişler, ne pahasına olursa olsun tepeyi kaptırmayacaklar. Kesif ateşe karşı kırıla kırıla saldırarak işte tepenin siperlerindeki düşmanı bir tane kalmayacak kadar mahvettik. Tam tepeyi alalım derken düşman orayı gene askerle doldurdu. Dolanı gene boşalttık, boşalan gene doldu. Kaç defa, biz öle öle boşaltırken, o dola dola ölüyor. Karla örtülü tepenin karlı iki taraftan giden binlerle ve binlerin sıcak kanıyla şehra şerha, benek benek ve kızıl kızıldır.'
İşte Sarıkamış budur. Benim dedem de burada tıpkı İhsan Paşa gibi, tıpkı Yarbay Şerif gibi Ruslara esir düşmüş ve Sibirya'da 3 yıl sürgün hayatı yaşadıktan sonra tekrar geri dönmüştür. Soğuktan üşüttüğü ayaklarındaki yaralar, esaret dönüşünün ardından daha da artmış ve kangrene dönüşerek ölümüne sebep olmuştur. Sarıkamış'ın Türk tarihindeki yeri bir Çanakkale'den, bir Sakarya'dan farklı değildir. Sonucu trajedi de olsa, orada 60 bin şehit yatmaktadır. Kimi hesaba göre bu sayı 90 bin dolayındadır. Ayrıca son 200 yıl içinde Ruslarla 12 kez savaşıldığını ve bu savaşların da yine bu coğrafyada geçtiği unutulmamalıdır. Rusya, tarihte en çok savaştığımız ve en çok şehit verdiğimiz devletlerin en başında gelir. Bu uzun ve amansız savaşlar bölge halkını o kadar yormuş, o kadar üzmüş, o kadar yıldırmıştır ki, bunu manilere, türkülere dökmüşlerdir.
Soğanlıda soğan olur
Kar tipisi, boran olur
Urusu bozgun görenler
Anasından doğan olur.
Sarıkamış faciasının halk ruhunda ne derin izler bıraktığını anlatan bir başka mani yürekleri dağlamaktadır. Mehmet Akif Çanakkale şehitleri için 'bir hilal uğruna Yarab ne güneşler batıyor' demişti. Ondan yıllarca evvel o havali halkı aynı duyguyu şöyle anlatıyordu;
Çadırlar dağa kuruldu
Hücum borusu vuruldu,
Bir Sarıkamış uğruna
Doksan bin fidan kırıldı.
Çanakkale şehitliklerini gezerken, oradaki bir mihmandarın sözleri beynime çivi gibi çakılmıştı. Yağmur yağdıktan sonra şehit kemiklerinin ortaya çıktığını ve güneş vurunca bu kemiklerin parladığını anlatıyordu. Hemen aklıma Sarıkamış geldi. Aynı şey orada da yaşanmış olmalı ki, şu iç sızlatan mani dillere destan olmuş;
Yüzbaşılar binbaşılar
Tabur taburu karşılar
Yağmur yağıp gün değince
Yatan şehitler ışılar.
Çanakkale'nin ve Sarıkamış'ın yeni nesillere gereği gibi öğretilmesi için ders kitaplarına konulması, Üniversitelerin ilgili bölümlerinde okutulması gerektiğini düşünüyoruz. Bu toprakların hangi bedellerle vatan yapıldığını bilmek ve öğretmek şarttır. Sarıkamış'ın ne olduğunu 'Yurttan yazılar' dan aktaralım; 'Şu çamlar içindeki Sarıkamış. Çam ki, ağaçların en necibi. Her vakit yeşil, her vakit reçine kokulu çam. Gözlere ziyafet, ruhlara ferahlık ve ciğerlere şifa olan çam. Hepsi 68 bin Türk yiğidine dikilmiş mezarlık ağaçları gibi. Yumruklarımı sıka sıka hıçkırıyorum...'
SARIKAMIŞ DAYANIŞMA GRUBU
Bu eşsiz vatan parçası, tıpkı Çanakkale gibi yıllarca unutulmuş, ihmal edilmiş ve kaderiyle baş başa bırakılmıştır. Son yıllardaki uyanışı çok önemli bir gelişme sayıyoruz. Bu arada Sarıkamış harekatının bütün Türk milletine ve dünyaya duyurulmasında büyük hizmetler ortaya koyan Sarıkamış Dayanışma Grubu'na ve Prof. Dr. Bingür Sönmez'e bir parantez açmak istiyorum. Bugün 'Sarıkamış' denildiğinde, şehit kanlarıyla sulanmış bir mübarek coğrafyadan söz edildiğini artık herkes biliyor.
Hiçbir canlının baş edemeyeceği coğrafya ve iklim şartlarına rağmen, Türk yurdunu Rus işgalinden kurtarmak için verdikleri destansı mücadelede şehit düşen ve sayısını tam olarak bilmediğimiz, ancak 90 bin civarında olduğu tahmin edilen kahramanlarımız, bugün artık sahipsiz değiller. Şehitlerimizin bir kısmının da olsa yattıkları yerleri artık biliyoruz ve hiç olmazsa gidip başucunda bir fatiha okuma şansına sahibiz. Bunun üzerinden bir hesaplaşmaya gidilmesini, siyasi saplantılarla, şahsi beklentilerle meselenin başka yerlere çekilmesini son derece yanlış buluyoruz.
EN BÜYÜK BEDELİN ÖDENDİĞİ VATAN TOPRAĞI
Bu milleti bölmek, bu vatanı parçalamak isteyenler, masa başında teslim olanlar önce Sarıkamış'ı öğrensinler. Bu ülkenin her karışında yüzbinlerce şehidin kanı var. Sarıkamış bu kanın bayraklaştığı bir coğrafyadır. Bir sembol, bir dönüm noktasıdır. Herkes iyi düşünecek, bir daha düşünecek. Bugün sadece askeri tatbikatlarıyla veya kayağa meraklı olanların kış sporu yapmak için bildikleri Sarıkamış, Türk tarihinde en büyük bedelin ödendiği bir vatan toprağıdır. Hiç olmazsa bundan sonra bu gerçeği bilmek ve öğretmek gerekiyor. Bu gerçekleri öğrenmek ve öğretmek, bir gecede alınan kararlarla ülke bütünlüğünün maceraya atıldığı bugünlerde, her zamankinden daha çok önem taşıyor.
Son yıllarda ülkemizin her yerinde birbirinden güzel bayrak direkleri dikiliyor. O direklerde ay yıldızlı bayrağımızı görmek insana ayrı bir gurur ve heyecan veriyor.
Ancak Sarıkamış'da şehitlerimiz anısına 2 bin 635 metre yükseklikteki 'Cıbıltepe'ye' dikilen bayrağı gördüğümde duyduğum heyecanı, hiçbir şekilde anlatamam. Bir bayrak ancak bu kadar güzel, bu kadar şanlı ve bu kadar kutsal olabilir.
O tepe bugün artık 'Bayrak tepe' olarak biliniyor ve ebediyete kadar da öyle kalacaktır. Sadece bu kadarı için bile Sarıkamış Dayanışma Grubu ve Bingür Sönmez hocamıza şükran borçluyuz. Son söz Ateşe Dönen Dünya'dan: 'Ayağınıza sıcak bir ayakkabı, sırtınıza kalın bir palto aldığınız zaman, lütfen onları hatırlayınız.' Orhan KARATAŞ(Ortadoğu Gazetesi)