Tarih: 24.05.2016 07:24
Rize'ye Yön Veren Kılavuzlar Kitaplaştı
Fatih Sultan KAR / İST.
Rize’nin farklı köy ve mahallelerinde yaşayan ve tanıklıklarıyla zamanlarına ayna olan kişilerle tamamen doğaçlama usulle yapılan söyleşiler Abdullah Kazdal ve Osman Akarsu tarafından bir araya getirildi ve ortaya canlı tarih söyleşilerinden oluşan “Görünen Köyün Kılavuzları” isimli güzel bir kitap çıktı.
Kitap Rize ilinin geçmişiyle bağ kuruyor
İstanbul’da faaliyet gösteren Rize Dernekler Federasyonu (RİDEF) tarafından yayınlanan kitap söyleşi yapılan Rize’nin yaşlı çınarları için nostalji, okuyucular için ise deneyim paylaşımı ve bir ibret vesikası olarak gelecek nesiller için geçmişle kurulabilecek köprü özelliği taşıyor.
Gün ışığına çıkan anılar
Anlatılanlar, yaşananların çok azına tekabül ediyor. Zira bu kişiler, ilk defa böyle bir söyleşiye katılıyor. Sonra bu kişilerin hayatında tevazu diye bir olgu vardır; az konuşur, konuşursa değinip geçer, kendinden söz etmeyi sevmez ve çok özel bir mahremiyet anlayışına sahiptir. Bu bağlamda önemli bir eksikliği tamamlıyor. 232 sayfadan oluşan kitapta söyleşi yapılan insanlar, bir kaç kuşağın yaşayabileceği değişimi bir ömre sığdırmış, bunun getirdiği tecrübeyle halk bilgesi konumuna ulaşmışlardır.
Kitapta yer alan isimler
Alaaddin Kır (Derepazarı), Ali Delibalta (Derepazarı), Ali Erdoğan (Güneysu), Ali Fuat Özkaya (Fındıklı), Ali Mutlu (Güneysu), Ali Yazar (Güneysu), Asım Yılmaz (Derepazarı), Ayşe Alev (Güneysu), Ayşe Erdoğan (Güneysu), Emrullah Erdoğan (Güneysu), Behzat Öz (Derepazarı), Fatma Mamuş (Güneysu), Hasan Fındık (Güneysu), Haşim Algül (Derepazarı), Hızır Erdoğan (Güneysu), Hüseyin Avni Bekâr (Hemşin), İmdat Gündoğar (Güneysu), Mehmet Bayraktar (Güneysu), Mehmet Kotiloğlu (Çayeli), Muhammet Arslan (Çayeli), Mustafa Baş (Güneysu), Sakine Karali (Güneysu), Mustafa Çolak (Fındıklı), Ayşe Çolak (Fındıklı), Mustafa Tarakçı (Hemşin), Naci Demirkan (Güneysu), Naciye Abay (Fındıklı), Sevim Seyhan (Fındıklı), Fatma Çeboğlu (Fındıklı), Osman Çelik (İyidere), Nuran Çelik (İyidere), Osman Levendoğlu (Çayeli), Osman Ömeroğlu (Derepazarı), İslam Ömeroğlu (Derepazarı), Sülbiye Güneşdoğdu (Derepazarı), Fatma Güneşdoğdu (Derepazarı), Havva Şap (Derepazarı), Süleyman Tufan (Güneysu), Zeliha Bekar (Hemşin)
Kitaptan alıntılar
Jandarma Kur’an- Kerim’i hocamızın kafasına vurdu
ALİ MUTLU: Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın dayısıyım. Rize’de Tel Ağaçları vardı. Yokluk zamanlarıydı. 1942 yılıydı. Alman Harbi baş göstermişti. O tel ağaçlarının yanına gittik annem ile. Annem, ablamla bize minci verdi orada. Şey diyeyim, bu sefer boynu bağlı bir kadın geldi. Şöyle bize bir bakınca ablam huylandı: “Bize niye bakıyorsun,” dedi. Kadın: “Kız kardeşim huylanma!” dedi. “Ben sizin bir şeyinize bakmıyorum. Ne olur şu ekmekten bana bir parça ver üç gündür yemek yememişim.” Ablam ekmeğin yarısını kırdı, verdi ona. Çıkardı kadın bir avuç para, bana. Ablam elimi tuttu, elimi aldı geri çekti. Ekmek isteyen kadın dedi: “Allah aşkına o zaman ekmeği al, ben bunu ekmeğin karşılığında vermiyorum, bunu o çocuğa veriyorum” dedi. Ablam gitti hamsi falan aldı sonra. O zamanlarda böyle bir şey vardı. İşte ben o günlerden geldim bu günlere. Abdullah Balcı vardı onu anlatayım. Abdullah Balcı burada öğretmendi. Ben de burada camide okuyorum. Hafızlığa başlayacağım. Hocamız biraz daha büyüğüm diye sıranın başına koydu beni. Abdullah Balcı’da bir şey anlamadı. Bir jandarmayla hemen girdi Kur’an okuduğumuz yere. Hemen lap diye girdi içeri. Benim elimden Kuran’ı Kerim’i aldı. Dediğim 1942 senesinde. Efendim, hocanın kafasına Kuran-ı Kerim ile bir vurdu; “Pis köpek dedi, bu gençlerin beynine işliyorsun.” Şimdi böyle deyince, tabi bu hocanın ellerini bağladılar getiriyorlar karakola. Hoca topal ya gidemiyor. Jandarma “Bu kaçamaz bir şey yapamaz, çözüyorum onu.” dedi. Getirdiler nahiyeye. O zaman Tula İmam, aynı zamanda nahiyede katip idi. Ali Okan da nahiye müdürü o zaman. O da hırlı bir şey değil ya. Ondan sonra bu hocayı bıraktılar. Daha camiyede gelmiyor. Kaldık biz dersimizden geri. Şu köyün başında bir ağaçlık var, dümdüz bir ağaçlık var. Yağmur yağmadığı günler hoca o ağaçların altına geliyor. Bizler de çıkıyoruz oraya, bize ders veriyor. Bize o günleri gördük.
Bir çift cizlavet verdi bana sanki dünyayı bağışladı
MEHMET KOTİLOĞLU: Çarık giydim, çıraklığa başladım. Amcamın oğluyla beraber 44 senesinde buraya geldik. Burası daha nahiyeydi o zaman. Çarık ile çıkar gelirdik köye. İki hafta da yırtılırdı, delinirdi. Çocukken giydiğimiz elbiseleri ilk.. Babam 42 yılında öldüğü zaman yetim kaldım. Annem kendir iplikten dokurdu kendi ipliğiyle. Bir tane pantolonumu eskittim ondan sonra bir tane aldık. Amcamın oğluyla beraber çalışıyoruz. Çarıklar delindi. Köyde bizim büyük bakkal vardı. Ahmet Güner. Oğulları var bir iki tane. Bakkal dükkanı vardı orda. Oradan bana bir çift lastik cizlavit verdi. O kapalı lastik aldık ki sanki dünya bağışlandı bana (sevindiğini dile getiriyor)
Çocukluğumu yaşayamadım
MUSTAFA TARAKÇI: Çok eskiden büyüklerimiz anlatırdı. Bizim yaylalardan birinde iki dağın arasında arılar baldan bir köprü yapmışlar. Adına “Endemit Köprüsü” derlermiş. Bir de “Cağelver” yani manası “Arı Padişahı” derlermiş oraya. Bu gerçek bir hikâyeymiş. Endemit Kürü’nde yüz on çeşit bal olurmuş. Eşkıyalar o baldan köprüye silahla ateş ederlermiş ve aşağıya bal düşürürlermiş. Vaktiyle bu eşkıyalıktan Arı Padişahı oralardan uzaklaşmış. Arılar oraya mumdan köprü yapmışlardı. O köprü de yıkılmış. O gün bu gündür anlatır eskiler dilden dile. Yaylalara ulaşmaya vasıta yoktu. Hazin Dağına, Sarmis Dağına gidemediğimde doğrudan Hazin Dağa giderim araba ile. Çarık da giydim, yalın (çıplak) ayakta gezdim. Çok çalıştım, çocukluğumdan beri çocukluğumu yaşayamadım. Annem o kadar çalışkandı ki beni ne mile (misket) oynamaya gönderirdi ne met oynamaya gönderirdi. Annem hep bizi çalıştırırdı. Rahmetli nurların içinde yatsın. Aynı kendisi gibi yetiştirdi beni.
O dönemlerde bugün gibi imkânlar nerede
ALİ DELİBALTA: Bizim burada Zavendikli Hocamız vardı. Artvin’den Samsun’a kadar yedi sene onun grubunda kaldım. O’nun mesela Hasan Karal’ın milletvekilinin üç sene peşinde namaz kıldım . Onun kardeşi var Abdurrahman Hoca. O’nun yanında kaldım. Benim Rize’de kırk beş sene yazıhanem vardı. İnsanlara yardım ettik, gelin ettik. Geldin bana altını aldık verdik. Kefil olduk. Bugünkü para ile iki milyon milletten alacağım var. O ödeyemedi bu ödeyemedi biz ödedik. Benim büyüklerim hocalardı. Rize’de kırk beş sene yazıhanem vardı adliyenin karşısında. Şimdi o dönemler hocalar gelirdi. Orada kasam içeride yeniydi. Üç yüz elli kiloluk kasam vardı. Bize güvenir verirlerdi. Ben bir gün dedim ki onlara: “Hocam bak ben bir gün ölürüm. Çocuklarım inanmazlar.” Gerçi yazılarını yazardık. Bankasının korsan gavurlar yenmez etmez kızıyorlardı. Çok uğraştım bir gün dedim: “Siz paralarınızı alın, benim beş tane çocuğum var. Yarın diyecekler ki bunlar bizimdir. Babamın kasasının içinde sizin paralarınızın ne işi var. Bu yazıyı kandırmışlar yazmış diyebilirler babamıza. O dönemler bugün gibi imkanlar nerede. Bu yol, böyle para da yok. Gurbete giderler, iki sene durup iki yüz milyon ile geri dönerlerdi. Çoluk çocuğuna dönerlerdi. Şimdi ise para bol, herkesin altında araba var. Şu Dere Pazarı’nın orada dört tane araba var- Görünen Köyün Kılavuzları - 151 dı. İki tanesi benimdi vaktiyle. Şimdi kimse kimseyi tanımıyor. Ben geçen sene bir çocuğa elli lira verdim. Beş yüz yetmiş tane araba saydı. Şimdi yedi yüz tane var belki de. Belki de beş yüz tanedir.
Bana günde yirmi beş kuruş yevmiye verirdi
OSMAN ÖMEROĞLU: Takım elbise yaptırdık. Sonra ayağımızda yine lastik var ama yırtık pırtık lastikler. Şimdi gemi geldi. Ben motorcuya dedim ki: “Temel ağabey beni o gemiye ver de, ben İstanbul’a kaçacağım.” İyi dedi çıktı gemiye. Ocağı çalıştıran gene buradandı. Şu başka köyden bir de bizim mahalleden vardı ve kahvecilik yapıyordu ocakta. Evet kamyondan dönme. Ona çalışıyordum. Muavinlik yapardım. Sonra mal sahibi bana günde yirmi beş kuruş yevmiye verirdi. O parayı ben arttırdım, sırtıma keten bir elbise yaptırdım.
Büyüklere saygı. Bak şimdi ben yalıya iniyorum. Bizim köprü var. Bu yollar böyle değildi o günler. Benden üç yaş büyük o köprünün ayağında duruyor. Demirin uzağında oturuyor ve o beni nasıl olduysa gördü sigara içerken. Beni çağırdı yanına. Osman gel dedi. Gittim yanına. Çıkardı cebinden o gün, böyle kapaklı hanımeli sigara. Kutuları kırmızı, açtı. Uzattı bana, al dedi. Yak bir sigara. Abi ben sigara içmiyorum, dedim.
Annemin inekleri vardı ve onlarla geçinirdik
İSLAM ÖMEROĞLU: Baba önceden gurbetteydi ve o devirde bizim çocukluğumuz burada geçti. Çocukken ben İstanbul’a gittim. Babam da buraya geldi. Döndü memlekete. Baba hayatında pek kalamadım ben. Hep yalnız kaldım. Mısır ekmeği, süt ve yağ. Çok muazzam yağımız vardı. Annemin inekleri vardı ve onlarla geçinirdik. Hayvancılık ve tarlada her şey oluyordu. Fasulye oluyordu, kabak oluyordu, her şey oluyordu. Burada olan her şey yetişiyordu. Bir şeker ile tuzu dışarıdan parayla alıyorduk. Geri kalanı tarladan sağlıyorduk. Hanım İstanbul doğumlu olduğu için.. Aslında babası buralı, Eriklimanlı. Derepazarı ama burayı bilmezler. Annesi de babası da burayı bilmezdi. Biz eşimle orada tanıştık ve severek evlendim. Düğünümüz İstanbul’da oldu. Kemençe vardı tabi. Valla bana hediye olarak ne getirecekler ıvır zıvır yani. O devir kimsede kazanç falan yoktu. Altın falan yoktu ve getiren olmazdı. Her şeyi kendi emeğimle yaptım, kendim çalıştım, kendim aldım yaptım. Din eğitimimi önce burada aldım. Camide hocalar var. Tabi fazla alamadım. Ben küçük olduğum için.
Eskiden pati üzerine yazı yazardık
İMDAT GÜNDOĞAR: 1942 yılında Rize’de doğdum. Elli altı senedir burada çalışıyoruz. Buralarda eski oyunlardan Rize oyunları olarak aykırı tikoz, aykırı ateş ve kuku papula vardı. Onları oynardık.Eskiden pati üzerine, tahta üzerine Elif ba’yı yazardım. Oradan öğrenirdik. Zavendikli Hoca Efendi ile beraberdik. Aynı mahalledeniz. Birlikte okuduk. Sonra geldi bizim camiye imam oldu. Onunla beraber hafızlık çalıştık. O büyük alimdi. Yokluğuna hala alışamadık. Eserleriyle yaşayacak. 1954-56 yılları arasında İsmail Ağa’da bulunduk. Hafızlık Kuran dilleri eğitimi yaptım. Dürgerzade’de Kuran kursu vardı. Hocası Kesik bacak İsmail Hoca Efendiydi. Benim hanım ile aramızda sevdalık yok. O günler farklıydı. Ya şimdi ise onunla konuşacak öbürü onunla konuşacak da. Aynısını ben bugün diyorum. Kız ve oğlan birbiriyle görüşsün anlaşsın. Evlilik ondan sonra olsun. Bizim dönemimizde evliliklerde öyle hediye işi olmazdı. Konu komşu toplanırdı, sohbet ederdik. Vesaire. Sohbeti, muhabbeti, yemesi içmesi bol olurdu. Düğün süresi bir gece bir gündür. Gençlerimize beş vakitte duamız olur ki, bugünkü nimetten istifade edelim. Bu bir nimettir. O günkü zorlukların içerisinde öyle iken bugün istediğin yerde okuyabiliyorsunuz. İstediğinizi yapabiliyorsunuz. Yani özgürlüğün tam zirvesini yaşıyorsunuz. Allah bu nimeti verdi, bize nasip etti. Bundan istifade etmek hepimize düşer. İnşallah bugünkü düzene Allah bir zeval vermeyecek. Duamız budur. Bugün gençlik istediği takdirde ulaşamayacağı mevki yoktur. Bu büyük bir nimettir. Cumhurbaşkanı diyor ya hani nereden nereye. Elektrik yok, meydan yok, yol yok. Şimdi ise elhamdülillah. Burada sadece bir ilkokul vardı. Başka okul diye bir şey yoktu. Şimdi ise pek çok okul var maşallah. Biz onların neresinden bakıyoruz temelinde değiliz. Elhamdülillah, benim elli altı senedir gayem, sermayem, gençliğin ilim sahibi olabilmesi için mücadele etmek.
Orjinal Habere Git
— HABER SONU —