Günümüzde insanlar sanal bir dünyada rehbersiz, ışıksız bir yaşamın peşinde koşuyorlar. Oysa hayatımızda deneyimlerinden yararlanacağımız gizli kahramanlar var. Rize’nin efsane Belediye Başkanı Ekrem Orhon’un damadı Prof. Dr. Ahmet Dervişoğlu da bunlardan biridir. O şimdi yaşamı boyunca elde ettiği deneyimlerini arkadaşı Yazar Doğan Cüceloğlu’nun hazırladığı Derviş’in Aklı isimli kitap sayesinde insanlarla paylaşıyor. Kitap 4 Mayıs 2016 tarihinde piyasada olacak.
Bu bir deneyim paylaşımı
Söyleşilerini okuduğumda, birkaç yerde konuşmaların dinlediğimde içimden hemen Prof. Dr. Ahmet Dervişoğlu kitap hazırlamalı, deneyimlerini daha geniş kitlelere aktarmalı düşüncesini geçirdim. Bunu Rize ilinin efsane belediye başkanı Ekrem Orhon’un kızı, Prof. Dr. Ahmet Dervişoğlu eşi güzel insan Çayhan Dervişoğlu ile paylaştım. Aldığım cevap beni fazlasıyla mutlu etti. Zaten arkadaşı Doğan Cüceloğlu ile böyle bir kitap hazırlıyorlar. Kitabı iki yıldır heyecanla bekliyordum. Her zaman sürprizleri seven ablam yine yaptı yapacağını ve kitap çıkmadan daha piyasaya olmadan bana ulaştı.
Dervişoğlu'yla konuşmak çölde vahaya ulaşmak gibiDoğan Cüceloğlu; Remzi Kitabevi tarafından yayınlanan ve 312 sayfadan oluşan kitabın girişinde başlarken başlığı altında kitabı yazma gayesini şöyle anlatıyor: “Arkadaşım Prof. Dr. Ahmet Dervişoğlu kendisi olarak var olmayı önemseyen, meslek, aile, toplumsal yaşamında değerlerini yaşamayı önemseyen biri. Güçlü tanıdıkları araya sokmadan ve rüşvet kullanmadan iş yapmanın çok zor olduğu bir toplumuz, insanlara ve yönetim sistemine güvenin düşük olduğu bir ülkede insana güvenmeyi önemseyen Ahmet Dervişoğlu'yla konuşmak çölde vahaya ulaşmak gibi bir duygu veriyor. Ahmet Dervişoğlu'yla Amerika'ya doktora öğrencisi olarak gittiğim Illinois Üniversitesi'nde 1964'te tanıştım; o yıllar bana ağabeylik yaptı. Laf olsun diye söylemiyorum; sorunlarımı anlamam ve yönetmemde yardımcı oldu. O yıldan bu yana severim ve sayarım. Mış Gibi Yetişkinler (2001) adlı kitabımı ona adadım. Ahmet Dervişoğlu'nu, yaşama bakış tarzını, ilke ve değerlerini, yaşam felsefesini tanımanızı istiyorum. Çünkü sizin bilincinizi zenginleştireceğine inanıyorum. Bu kitabı yazmayı, gelecek nesiller için yapabileceğim önemli bir hizmet olarak gördüm ve şimdi sizlere sunabilmekten mutluyum”.
Kitapta buram buram Rize kokan bir Çayhan Dervişoğlu yazısı var
Kendini ve ailesini anlatıyor. Çayhan Dervişoğlu’nu öyküsünün içinde ailesi, babası Ekrem Orhon ve bir çok hikâye var. Çok sevdiğim ve iyi tanıdığımı bildiğim ablam bu yazıyla bana bir sürpriz daha yapmış ve bilmediğim çok hikayeyi anlatmış. Rize tarihinde büyük öneme sahip babası Ekrem Orhon’un ekseninde gelişen bu olayları sizinle paylaşmak istedim.
At binenin, kılıç kuşananın, kız kaçıranındır
Annemle babam kaçarak evleniyorlar. Çok güzel bir nikâh fotoğrafları var; ikisi de şapkalı. Babam bu fotoğrafı çoğaltıp tüm aileye 'At binenin, kılıç kuşananın, kız kaçıranındır' diye imzalayarak yolluyor. Önce bir süre Ortaköy'de büyük halam Ayşe ve eşi Nazım (kaptan) Sadıkoğlu'nun yalısında (şimdi aynı yerde Karayolları Lokali var), evlendikten sonra da yakın bir yerde yaşıyorlar. İki oğulları oluyor; Asya ve Uğur.
Çay ekersem aç mı kalırım
Çay Rize’de yeni yeni yerleşiyordu. Köylü, 'Mısırdan vazgeçip çay ekersem aç mı kalırım,' endişesi içinde. 'Sebzemi mısır ekmeğiyle yerim ama çayla ekmek yenmez ki,' diye düşünüyor. Çok tereddütte ama yavaş yavaş da çay ekimine geçiş başlamış. Çay fabrikası gerekli. Babam 1935 Robert Kolej, 1936 Illinois Üniversitesi mezunu. Yol, köprü, tünel üzerine ihtisası olan inşaat yüksek mühendisi. Türkiye'nin ve Rize'nin ilk çay fabrikasının yapımı için babam görevlendiriliyor ve aile Rize'ye göçüyor. Babam çayın Rize'de gurbetçiliği sonlandıracağını ve Rize'yi zenginleştireceğini biliyor. Hemşerileri, köylüleri için son derece mutlu ve heyecanlı. İnşaata tüm yüreğini koyarak çalışıyor. Fabrika binasını o kadar sağlam yapıyor ki, tam 50 yıl sonra fabrikayı yıkıp, aynı yere rektörlük binası yapmak istiyorlar; fakat bir türlü binayı yıkamıyorlar. ODTÜ'den heyet getirtiyorlar. Heyet, 'Dinamitleyin,' diyor. Başlarında da bir doçent varmış. Bükemediğin eli öpeceksin. Yıkamıyorsun, içini restore et. O bina, hem Rize'nin, hem Türkiye'nin ilk çay fabrikası. Rektörlük olarak, çayın da tarihi sembolü olarak yaşasın. Babamın deyişiyle, 'Kafa işte!'
Ekrem Orhon’un bir tami çayı olmadı
Tam o süreçte ben doğuyorum. Babamın aklı fikri çayda ya. iki oğlandan sonra bir de kızı olmuş; çok mutlu, illa çaylı bir isim olacak; Çayhan koyuyor adımı. Gerçi, hayatta bir tami ('tami' kök demek Lazcada) çayı bile olmadı ama kızına, kendi tabiriyle çayın kraliçesi anlamında Çayhan adını vermiş. Ben, Ahmet gibi normal, kalabalık, evlatlarına çok düşkün, sevgi dolu anneleri olan bir ailede büyümedim. Pek çok farklı aileler içinde büyüdüm. Ben 5-6 yaşlarındayken, annem ve babam boşanmışlar. İstanbul-Kadıköy'de, anneannemin evinde yaşıyoruz. Ağabeylerim, Göztepe Yatılı İlkokulu'nda okuyorlar. Ben 1. sınıfı İstanbul'da, annemin yanında okudum. 2. sınıfa geçtiğim yıl babam anneme, 'Çocukları tatile Rize'ye yolla,' diyor. Aslında bir daha geriye yollamayacak. Asya ilkokulu bitirmiş, Uğur 4'e geçmiş. Yanımıza, evde bize bakan ablayı verip bizi vapura bindiriyor annem. Çocuk yüreğimle, annemden ebediyen ayrılıyor olduğumu hissettim sanırım. Hani, bebek doğar doğmaz ciğerlerini patlatırcasına ağlar ya, işte bu, benim annemden doğumdan sonraki kopuşum...
Rize çocukluğumun anavatanı
Asya, o yaz sonu İstanbul'a döndü. Robert Kolej'i kazanmıştı ve yatılı olarak başladı. Uğur ve ben Rize'de. Uğur 4'e, ben 2. sınıfa başladım. Uğur da ilkokulu bitirince Robert Kolej'i kazandı ve gitti. Yani 2 yıl rahmetli Uğur'cuğumla aynı evde yaşadık. Kışın Rize'de, Çarşı mahallesinde, dedem Gafur Efendi'nin evinde, amcam ve cici annemle, hafta sonları ve yaz tatillerinde köyde, halam ve ailesiyle geçiyordu. Rize'de bu iki evde, çocukluğumun en sevgi dolu, en mutlu, en muhabbetli yıllarını yaşadım. Bu iki ev, diğer evler, arkadaşlarımın, akrabalarımın, komşularımın evleri ve Rize çocukluğumun anavatanı.
Rize’de herkes babamı çok severdi
Zor günlerim de oldu elbette. Cici annem çok disiplinli, kuralcı bir insandı. Amcam avukat İhsan Orhon dünya iyisiydi ama çok titizdi. Uğur gittiği sene amcam evlendi. Çok tatlı, çok şeker, içindeki çocuk hep aynı yaşta kalmış -ölene kadar da- canım Zehra Yardımcı yengem girdi hayatıma. Dede evine kocaman bir güneş düşmüştü. Artık okuldan eve koşarak geliyordum. Zira yengemle beş taş, trencilik, kaptıkaçtı, kemençe, gitar, horon ve Haldoz oynuyorduk.
Merkeze bağlı Uzunkaya köyündeki Zehra halam eşi rahmetli 'Mensurun Hüseyin Kaptan' ve kızları Rabia ablam, İstanbul'dan yazları köye bavul dolusu armağanlarla gelen Ruhat Uzuner ablam, beni deliler gibi şımartıyorlardı. Sevgiyi ben bu iki Zehra'dan aldım, hem de ne bol. Ayrıca, Rize'de tanıdığım herkes bana, babamı da çok sevip saydıklarından sanırım, çok ilgi ve sevgi gösteriyordu. Hâlâ da öyle! Çok şükür. Kamuran yengem hayatıma giriyor, albay Tahsin Orhon amcam ve Kamuran Kazancı Orhon. İlkokul Rize'de böyle bitti.
Köy kızı Çayhan
O yaz Söke'den Ankara'ya tayin olan albay amcam Tahsin Orhon ve eşi Kamuran yengem tatil için Rize'ye geldiler. Yengem beni görünce çok endişelenmiş. 'Ekrem ağabey Çayhan Rize kızı değil, köylü kızı olmuş. Konuşması, davranışları... Ankara'ya yanımıza alalım,' demiş. Ben hoop kendimi Ankara'da buldum. Cumhuriyet Lisesi, orta 1, 2. Bu arada, İstanbul'da, babamın başka bir ablası beni istiyor. Haydi İstanbul Bakırköy. Ergenlik çağında bir kız çocuğunun sorumluluğunu almış olmak Hacer halama başta kolay gibi geldi ama ben bugün halamın cesaretini gösteremem doğrusu
Babam dünya gündemini yakından takip ederdi
Bütün bu yıllar boyu içimde hep Rize'yi, oradaki akrabalarımı, arkadaşlarımı, Rize'de gördüğüm sevgi selini yaşattım, Rize'yi hep çok özledim. Bu arada, babam hep Doğu, Güneydoğu Anadolu'da yol, köprü, tünel çalışmaları yapıyor. Altı ayda bir görüşebiliyoruz. Zaten Ankara'nın batısında bir gün bile çalışmamıştır. Doğuştan, ensesinde oldukça büyükçe bir ben vardı. Ben, birden şekil değiştiriyor. Erzurum'daki ilk muayenede ölümcül hastalık teşhisi konuluyor. Ankara'daki doktorlar da aynı şeyi söyleyince, babam tedavi için Londra'ya gitmek istiyor. En beş parasız dönemlerinde bile hayatının sonuna kadar, Time, Life, Newsweek, Readers Digest hiçbir zaman evi, bahçesi olmadığı hal- de House and Gardens gibi 7-8 mecmuaya aboneliklerini aksatmadan sürdürdü. Sağlıkla ilgili mecmualar da gelirdi adını hatırlayamadığım. Onlara da aboneydi. Ayrıca, akıl almaz derecede farklı konularda kitap okurdu. Bu hastalık konusunda, o yıllarda Londra'nın en iyi olduğunu biliyor ama beş parası yok. Patronu da arkadaşı, hemşerisi Muhittin Topçuoğlu. Çalıştığı firmanın adı Topçuoğlu firması, babam şantiye şefi, başmühendis. Patronuna, tek sahip olduğu son model arabasını götürüyor. O yıllarda Türkiye'nin en büyük inşaat firmalarından birinin sahibi olan Muhittin amcaya, 'Bu arabanın karşılığında, sen benim Londra'daki masraflarımı karşıla,' diyor. Rahmetli Muhittin amca, babamın Londra'da 4 ay 10 gün sürecek tedavi, ameliyat vs. masrafları, hem oğlanların Robert Kolej, hem de benim masraflarımı karşılıyor; steyşın vagon bir Ford son model araba karşılığı. Şaka gibi. Dostluğa bakar mısın? Daha sonraki yıllarda babam Rize belediye başkanı seçilince, Muhittin amca bu arabayı babama hediye ediyor, babam da belediyeye bağışlıyor.
Sen, Rize'nin yetiştirdiği çok değerli bir evlatsın
O yıllarda iletişim sadece mektuplar. Telefon filan yok. Babam bizimle, dost ve hemşeriyle yazışıyor. Onlardan, kendisi için dua etmelerini istiyor. Babam yürekten inanan bir insandı. 11 yaşında oruç tutmaya başlamış ve Robert Kolej yıllarında, -çocuk felci geçirmiş, özürlü olmasına rağmen dört kez askere çağrılmış, Hatay'ın kurtuluşunda bulunmuş askerliği süresince de, ABD'de mastır yaparken de, hiç orucunu bırakmamış. Öyle, 'Beş vakit namaz kılardı, camilerden çıkmazdı,' diyemem ama o yıllarda, Karadeniz'in en büyük camisi olan Sahil Cami'yi, denizi doldurarak kazandığı alanda yapılmasını sağladı. Vefatında da cenazesi o camiden kaldırıldı. Hâlâ Rize'nin en görkemli camiidir.
Ömrünü Rize’ye adadı
Hemşerilerinden babama mektuplar geliyor, 'Sen, Rize'nin yetiştirdiği çok değerli bir evlatsın. Vatanın, bizlerin sana çok ihtiyacı var. Senin için dua ediyoruz. Ayrıca, cumaları da camilerimizde senin sağlığına kavuşmanı diliyoruz Allah'tan.' Bu yoğun sevgi mesajları ölüyü diriltmez mi? Evet, mucize oluyor. Seri ameliyatlar ve tahliller sonucunda, ölümcül hastalığın olmadığı ama bilmem kaç milyonda bir rastlanan bir hastalık olduğu söyleniyor ve babam, Şubat 1962'de sağ salim İstanbul'a dönüyor. Babam hasta yatağında söz veriyor, 'İyileşirsem, hayatımın geri kalanında sadece Rize'ye hizmet edeceğim,' diyor.
Ve nihayet tekrar Rize...
1963 yılında da bu verdiği sözü tutuyor ve belediye başkanlığına aday oluyor, Rize'de belediye başkanı seçiliyor. Babamın bu kararıyla yeniden Rize'ye dönüyoruz; ben, babam ve Uğur. Kısa bir süre yine dede evi ve sonra kiralık küçük bir daireye geçiyoruz. Elektrikçi Süleyman İslamoğlu ağabeyin yeni yaptırdığı apartmanda bir daireye yerleşiyoruz. 1963 sonbaharında babam, Topçuoğlu firmasından aldığı 5 bin küsur maaşı bırakıp, 800 küsur maaşla Rize'de belediye başkanlığı koltuğuna oturuyor, aslında pek de oturmuyor.
ilk işi sarı çizme edinmek. Zira yıllarca o çizmelerle ya derelerde, Çoğu zaman dolgu çalışması nedeniyle kasketi, papyonu ve sarı çizmeleriyle denizde gece-gündüz çalışacak. Bu arada, birinci hayali, denizi doldurarak şehri genişletmekti. Tüm olanaksızlıklara rağmen başardı. İkinci hayali, denizin ortasına hava limanı yapmaktı. Delikanlılığından itibaren en büyük hayali ise, en büyük aşkı olan Ovit'e geçit yapmaktı. Erzurum'u Rize'ye bağlayacak. Babam o yolu İpek Yolu olarak görüyordu. Rize'yi Uzakdoğu'ya, Ortadoğu'ya, bağlayacak. Böyle bir kültür zenginliği olacak, Rize zenginleşecek, dolayısıyla çok büyük liman şehri olacak; hem havaalanı, hem liman, hem de Ovit geçidi.
Babamın hayalleri büyüktü
O yıllarda, Hasan Pulur Milliyet'te, köşesinde bayağı bir dalga geçmişti babamla. Babamın sloganı, 'Londra'da bin, Rize'de çay iç, Singapur'da in.' Bu, denizdeki havaalanıyla ilgili olarak söylediği slogandı. Ama yaşasaydı yapacaktı, olanakları olsaydı yapacaktı, ömrü yetmedi, iki hayali geride kaldı, inşallah, onlar da gerçekleşecek; Ovit ve havaalanı. Ovit geçidi, hem de bir mühendislik harikası olarak nihayet gerçekleşiyor, binlerce şükür!
Babamın ikinci evliliği
Ekrem Orhon, İsmiye Uluışık ile evleniyor. 1965, 14 Mart Tıp Bayramı Balosu. O yıllarda Tıp Bayramı akşamları Turist Otel'de bütün doktorların ve protokolün toplandığı balolar yapılırdı. O gece Turist Otel'de yemekler yenilmiş. Babam pek keyifli. Birileri, devlet hastanesi baş ebesi Ismiye Hanım'ı dansa kaldırması için ısrar ediyor. Babam bu dansı yapıyor ve bunu nişan addetti. Ben de kendimi kurtarmışım, on sekiz olmuşum. On üç yıl bekârlıktan sonra nihayet karar verildi ve 5 Haziran 1965'te, belediyede, kendi odasında basit bir nikâhla evlendiler. İsmiye Abla işine bağlı bir insandı; çok da bilgili, iyi bir ebeydi. Sanırım mezun olup, 1950'li yılların başında Rize'ye atanmış, ölene kadar da (2002) ayrılmadı ama cenazesi, vasiyeti üzerine memleketi Merzifon'da toprağa verildi.
5 Ağustos 1967, Rize’de düğün dernek
4 Ağustos gecesi nişan, 5 Ağustos öğlen belediyede babamın kıydığı nikâhla biz, 24 saat bile nişanlı kalmadan evleniyoruz. Babamın bana, 'Güle güle mesajı! 'Bak, kocanla gelirsin, başımın üstünde yerin var, kocanı bırakıp gelirsen, değil bu eve, çok sevdiğin Rize'ye giremezsin!' Bu söz için babama hiç kırılmadım. Genç yaşında üç çocuğunun sorumluluğunu tek başına almış, bir ömür boyu taşımış... Zordu elbette! Benim eşimden ayrılıp, baba evine dönmem, sonu olurdu herhalde! Ahmet'le yaşadıkça, Ahmet'le yaşlandıkça, olaylar karşısında pek çok davranışı hep ona olan saygımın artmasına sebep olmuştur...
Fatih Sultan KAR / İST.