Halil Dülgar(Risale ajans)
Çok Yoğunum, Çok Meşgulüm;
Namaz Kılmaya Vakit Bulamıyorum Diyen Nefsim!
Ey dünyaperest nefsim! İbadetteki eksikliğin,
namazdaki noksanlığın, seccadeden nasipsizliğin demek meşguliyetinin yoğunluğundandır; dünya canavarının pençelerinden kurtulup, birkaç adımlık da olsa hürriyet vadisine firar edemiyorsun, öyle mi? Acaba sırf dünya için mi yaratılmışsın ki bütün vaktini ona sarf ediyorsun?
Sen yeryüzündeki en acayip sanatsın; rakamlara sığışmayan kabiliyet çekirdekleriyle donatılmış kudret mucizesisin. Hadsiz ilim ve fenleri yutabilecek, sayısız meslek ve sanatları icra edebilecek mahiyetin mesela hayvanlara kıyas edilse, en kabiliyetli hayvan zerre miskal sana yetişemez. Bu yönünle bütün hayvanatın sultanısın lakin dünyanın ihtiyaç ve levazımatını tedarikte serçe kuşuna yetişemezsin. Evet, bir serçe kuşu günlük ihtiyacını hiç zorlanmadan temin eder; hem de kendi ağırlığının iki katını yer, içer. Dünya zevklerinde de pek gerilerdesin; çünkü serçe kuşunun günde yetmiş defa cinsel ilişkiye girdiği olur. Bundan neden anlamıyorsun ki, sana verilen kabiliyetler dünya hayatı için değildir, sen dünyaya keyif sürmek için gelmemişsin. O noktada zayıfsın, noksansın. Hakiki vazifen hakiki ve daimi bir hayat için çalışmaktır; bu mananın anahtarı da elbette
namazdır, ibadettir.
Dünyanın ihtiyaçları için elbette çalışılması lazımdır; zira namerde el açmak insaniyetin onuruna yakışmaz. Lakin insan dünyevi meşguliyetler için yaratılmamıştır; dünyaya gönderilmesinin hikmeti kaybedilmeye mahkum üç günlük dünya hayatı için beyhude çalışıp çabalamak değildir.
Sen ey nefsim Halık-ı Kainatı tanımak ve Ona iman ve ibadet etmek üzere yaratıldın! İşte programın: “Dünya bir misafirhanedir. İnsan ise onda az duracaktır ve vazifesi çok bir misafirdir ve kısa bir ömürde hayat-ı ebediyeye lazım olan levazımatı tedarik etmekle mükelleftir.” Evet, sen bir yolcusun; çocukluktan gençliğe, gençlikten ihtiyarlığa, ihtiyarlıktan kabre, kabirden haşre yani ölümünden sonraki dirilişe, haşirden sonsuza kadar yolculuğun devam edecek. Dünyadaki maceran kısa bir zaman sonra sona erdiğinde, başta
namaz olmak üzere ibadetlerdeki ihmalin başına büyük dertler açacak; şayet telafi yoluna gitmezsen.
Halbuki her iki hayatın ihtiyacı Malikü'l-Mülk tarafından verilmektedir. Fakat senin gibi nefisleri taşıyan insanlar cehaletinden dolayı tamamen bu fani hayata sarf ediyorlar. Acaba birkaç memleketi gezmek için hükümetten yirmi dört altın harcırah alan bir memur, ilk dahil olduğu memlekette yirmi üç altını sarf ederse, öteki yerlerde ne yapacaktır? Hükümete ne cevap verecektir? Böyle yapan kendisine akıllı diyebilir mi? Aynen bunun gibi, Allah her iki hayatı kazanmak için yirmi dört saatlik bir vakit vermiştir. Hiç olmazsa çoğunu aza, azını çoğa vermek suretiyle, yirmi üç saati kısa ve fani olan dünya hayatına, bir saati de beş vakit
namaza ve baki ve sonsuz uhrevi hayata sarf etmek lazımdır. Aksi takdirde, dünyada paşa da olsan
ahirette dilenci konumuna düşmeye mahkum olursun.
Ey bütün sermayesini dünyaya harcayan bedbaht nefsim, bil ki;
ahirette seni kurtaracak bir eserin olmadığı takdirde, fani dünyada bıraktığın eserlere de kıymet vermen pek manasızdır. Dünyevi dostların ise sana ancak kabir kapısına kadar refakat eder; şan, şöhret, makam, rütbe gibi fani dünyanın geçici hallerinin ışıkları yakınında olan kabir kapısında söner.
Eğer bedbaht olmak istemezsen işte sana reçete:
“En bahtiyar odur ki, dünya için
ahireti unutmasın,
ahiretini dünyaya feda etmesin, hayat-ı ebediyesini hayat-ı dünyeviye için bozmasın, malayani şeylerle ömrünü telef etmesin, kendini misafir telakki edip misafirhane sahibinin emirlerine göre hareket etsin, selametle kabir kapısını açıp saadet-i ebediyeye girsin.”
Ve son söz:
“Dünyanın ellerinde emanet olduğunu bilen ve onu sahibine teslim edip de usulca oradan ayrılanlara Allah rahmet etsin.”