Yıllarca kitaplarının izini sürdüm. Tüm eserlerini temin etmeme birkaç eksiğim kalmıştı. Bir gün sahafta sayısız eserleriyle karşılaştım. Bazıları özel hazırlanmış. Bazılarına el yazısıyla kendisi tarafından toplar alınmıştı. Eserlerini bulmanın sevinci bir anda hüzne dönüştü. Mehmet Salihoğlu vefat etmiş eserleri sahaflara düşmüştü. Bu değerli büyüğümüzü ve Çayeli’ne Limanköy’e dair aldığı notları sizlerle paylaşacağım.
ÇAYELİLİ MEHMET SALİHOĞLU
Saniye Hanım ile tüccar Mehmet Salihoğlu’nun çocuğu olarak Rize, Çayeli'ne bağlı Limanköy mahallesinde 25 Aralık 1922 tarihinde doğdu. Çayeli İlkokulu, İstanbul Eyüp Ortaokulu ve İstanbul Erkek Lisesi'nde öğrenim gördükten sonra 1947’de İstanbul Teknik Üniversitesi İnşaat Fakültesi'nden mezun oldu. 1962’de Türkiye ve Orta Doğu Amme İdaresi Enstitüsü'nü tamamladıktan sonra Devlet Demiryolları ve Karayolları’nda çalıştı. Daha sonra uzun süre İmar ve İskan Bakanlığı'nda genel müdür yardımcısı, genel müdür ve tetkik kurulu üyesi olarak çalıştı. 1971'de müsteşar, 1973’te ise danışman olarak görev yaptı, 1982’de emekliye ayrıldı. Salihoğlu’nun ilk şiiri 1941’de İstanbul dergisinde yayımlandı. Şiir, deneme ve eleştiri yazılarını Türk Dili, Yeditepe, Varlık, Dost, Salkım, Ilgaz, Yeni Ufuklar, Akşam, Milliyet, Güney ve Yeni Ortam gibi dergi ve gazetelerde yayımladı. Alfred de Musset ve Baudelaire’in bazı yapıtlarını Türkçeye çevirdi. Türk Dil Kurumu’nda yöneticilik yaptı ve uzun yıllar Türk Dili dergisinin yazı kadrosunda bulundu. 1955'te Türk Dil Kurumu'nun Öztürkçe Deneme Yarışması'nda birincilik ödülü, 1970-1971’de TRT Bilim Kültür ve Sanat Ödüllerinde Deneme Başarı Ödülü aldı. Öz Türkçe'yi savunan yazılar yazdı. Şiirlerinde aşk, doğa, dostluk, yurt ve insan sevgisi gibi temalarını işlerken; düz yazılarında ise çoğunlukla toplumsal sorunlara eğildi.[1]
27 Temmuz 2010'da Ankara'da yaşamını yitirdi. Karşıyaka Mezarlığı'na defnedildi.
YAYINLANMIŞ KİTAPLARI
Ağacın Derdi (şiir) - 1955
Duman Duman Üstüne (şiir) - 1959
Bana Sensin Yaşamak (şiir) - 1966
Işıklanan Ülke: Türk Dili ve Dil Devrimi Üzerine Bir İnceleme (deneme) - 1966
Ataç'la Gelen (deneme) - 1968
Atatürkçü Düşünce (deneme) - 1972
Esintiler Kavşağı (şiir) - 1973
Gün Işığına Çıktıkça (deneme) - 1975
Sevgi Tutanağı (şiir) - 1979
Son 37 Hypospadias Tamirinde Uyguladığımız Cerrahi Yöntemler (araştırma) - 1983
Okuyup Düşündükçe (deneme) - 1989
Güz Şarkıları (şiir) - 1991
Güzellik Ortasında (şiir) - 1992
Günlerle Gelen: Denemeler, Eleştirmeler, Öyküler - 1994
Günlerle Gelen III: Denemeler-Eleştiriler - 1994
Piramidin Tepesinden (deneme) – 1994
HACI MEKSUT
Çayeli Liman Köy’ün çok saygın, hatta en sayılan, çekinilen kişisi! Ve 3-5 kim. ötedeki Çayeli’nin Belediye başkanı; Ama yaşlı bir adam olduğu halde her gün evinden çıkar, yürüyerek şoseden Çayeli’ne varır, makamına girer, oturur, çalışmaya başlardı. Çayeli halkı da sever, sayardı onu! Ciddi, dürüst, çalışkan bir adamdı. Hacı Meksut, Atatürk döneminde de, Ketenci soyadını alınca bütün akraba ve yakın komşuları da Ketenci oldu! Oğlu, küçük oğlu Ziya ve kızı, Limanköy ilk okulundan arkadaşımdılar. Sayınur esmer bir kızdı. Ziya kekemeydi. Ölmüş olduğunu duydum! Sayenur yaşıyorsa, 70-80 yaşlarında bir Nenedir artık. Hacı Meksutun büyük oğlu Mustafa, ondan küçüğü Osman’dı. Uzun kara kirpikleri kıpır kıpırdı! Olay çıkarmayı seven bir adamdı. Benden çok büyük oldukları için belki de çoktan ölmüşlerdir! Olaki!
ŞEYTAN SÜLEYMAN
Süleyman dayı, ihtiyar bir balıkçıydı! Kalkan balığı yemekk isterseniz, ona gidecek, parasını verip alacaktınız. Annem de öyle yapardı. Kalkan balığı, sırtı pul pul, yuvarlak bir balıktı. Ve Karad-enize, özgüdür. Süleyman dayının, bir başka zevki ve mesleği de, Hacı Meksut’un dışındaki köy halkından sivri, renkli kişilere takma bir ad takmaktı. Örneğin, Dedem Mehmet Kaptanoğlu’na Kafa Mehmet demişti! Oyle sanıyorum ki, Rahmetli dedem, konuşurken, iki uzun sağ parmağını sağ şakağına dayadığı için, bu adı takmıştı ona! O’nun ana bir, baba ayrı ağabeyisine de Kara Yahya demişti. Ben Yahya dayıyı hatırlarım. Yüzü koyu esmer bakışları kara idi. Onun oğluna, Kara Ali derlerdi, Yüzlerine karşı ise dayı! Ali emicemizdi, annemle benim! O da Dedem Mehmet Reise, emice derdi.
KAMBUR BİR ANNE
Bu anne, eşkıyalık suçundan idama mahkûm edilen ve Cezaevinde asılacak olan oğluna, kendini ya da onu asacak olanları öldürmek için, mısır unu ile yapılmış hamurun içine ateşli, ve kesici silahlar koyarak, fırınlanıp pişen mısır ekmeğini, ceza evine sırtında keçe taşıyan, Keçelioğlu’na ziyaret esnasında götürüp veren bir annedir! Oğlu da ya birini, ya ikisini birden yaparak, yine ölümden kurtulamamıştır! aile, idam olunan oğlunun ceza evindeki lakabını, sonradan, soyadı olarak almıştır, ve bu kuşaklar boyu sürüp gitmiştir. Bu kambur annenin son büyük oğlu da babamın babasının kız kardeşlerinden birinin kocası idi. Tatlı dilli bu hatuna annemde ben de, Emine Teyze derdik. Eşine de dayı derdik. Bu yaşlı - başlı saygıdeğer dayının bana : “Torinum, seni görünce içimin yaprakları açılıyı!” demesi, nedense çok hoşuma giderdi. İlkokul dördüncü sınıfı Trabzonda, Cudibey ilk okulunda okumuştum! Orada sınıf arkadaşlarımız arasında, Kevser adında esmer, güzel gözlü bir kız vardı! Onu, bir türlü unutamadım. Acemmiş.
BENİM SEVGİLİ DAYILARIM
Ben, Çayeli’nin Liman Köyü’nden Mehmet SALİHOĞLU, Çayeli İlkokulunu Pekiyi derece ile bitirince, annem beni Ablaları olduğu İstanbul’a yerleşmiş beş kardeşi ile annesine göndermişti. Okumamı sağlasınlar diye! Dayılarım ve anneannem, beni sevinçle ve kucaklayarak karşılamışlardı. Hatta ortanca dayım, Eyüp ortaokuluna beni kaydettirmek için yaşlıca bir adam tutmuş ve o adam ben ortaokulu bitirene kadar hep velim olmuştu. Dede derdim ona! Çünkü annemin babası gerçek dedem, anneannemle arası açık, dargındılar.. O sıralar ve yıllar dayılarım ve anneannem Ayvan sarayda, Zeyrekte, Fatih At Pazarı mahallesinde oturmuşlardır. İstanbul erkek lisesine devam ederken, Fatihte oturuyorduk. Kiralık evde oturmuşlardır hep, ben liseyi bitirip, Yük. Mühendis Okulu sınavını kazanıp oraya girinceye kadar. Allah, babamı 26 yaşında aldı bizden ama, O’nun yerine direnen, namuslu, dürüst annemiz ve onun arkasında da dağ gibi beş dayımız vardı! Ben onların sayesinde eğitimimi tamamladım! Ve bugünkü Mehmet Salihoğlu olabilmişimdir; onların sayesinde, Marmara denizinin kıyılarındaki ünlü yerlerimizi, Bandırma, Tekirdağı, Mürefte, Lapseki, Çanakkale, Ege’de Bozcaada, İpsala, Meriç gibi ünlü yerleri, hem birçok kez görmüşümdür, İzmir, Midilli adası Bozcaadayı da görmüşümdür. Dayılarım olmasaydı, bütün edintilerim ve kazanımlarımla bugünkü Mehmet Salihoğlu da asla olamazdı. Ama bütün başarılarımın temelinde, elbette ki benim çalışkanlığım, zekâm ve dürüstlüğüm vardır! Zorla olan ne vardır ki! Dayılarım, aralarında ağabey demedikleri gibi, hepsinin ablası olan anneme de adiyle hitap ederlerdi! Ne yazık ki annemde, onlarda çoktan ölmüşlerdir! Ben şimdilerde ikinci eşimle yaşıyorum. İlk eşim ölmüştür kanserden.
LİMANKÖY KOMARKLIKTA ŞABAN DAYI
Limanköy’ün sevimli ihtiyarlarından biri idi. Camiye bayram namazına geldiği zaman bazı şakacı, takılgan kimseler, ensesine elle dokununca, irkilir, huylanırdı! Çok gıdıklanırdı, aksaçlı, ak bıyıklı bir adamdı Şaban dayı, onun evinde, onunla yaşayan iki erkek torunu vardı! Birinin adı Haşan, öbürünün de ince Ahmet idi. Ben Çayeli İlkokulu son sınıfına giderken, elimde çanta evden çıktıktan sonra, Kurtaş Deresi’nin taş köprüsündan geçer, stabilize şose yolundan yürüyerek onların evinin hizasına gelince, onlar da bana katılır, yürüyerek parakomadan geçer, Çayeline çok yakın ahşap köprüden (ozanlar deresi) geçip okula gider, sınıflarınıza girerdik, ben beşinci sınıf, Ahmet’le Haşan dördüncü sınıf öğrencisiydi. Yıllar sonra, ben İstanbul Teknik Üniversitesini bitirip Yüksek Mühendis olarak annemi ve dedem Mehmet Kaptanoğlu’nuziyarete gidince, Kaptanoğlu ilkokulunun avlusunda hemşerilerimle konuşup söyleşirken, baktım gülümseyerek İnce Ahmet yanıma geldi ve bana”Hoşgeldin Mehmet bey!” dedi. Hemen tanıdım onu vc kollarım, açtım sevgiyle kucaklaştık herkez bu durumu yadırgamıştı! Ve ona Ahmet’ciğim demiştim. İnce Ahmet, yine kibar, yine efendiydi. Komar-lukta Şaban dayı eğer ölmüşse, Allahtan rahmet dilerim...
HACI ALİ
Çayeli’nin, Perkam denilen dağ köyünden, Liman köye inmiş, oradan bir mal satın almış ve oraya yerleşmiş bir adamdı. Benim babamın babası, genç yaşta hacca gitmiş olduğu için Hacı Ali denilen zengin sanılan, namuslu, namazında niyazında, tutumlu bir adamdı. Ben tanırken onu sakalları ağarmamıştı daha, sonra, eşkıya korkusundan kaçıp, Trabzon’a yerleşmişti. Orada manifatura ticareti ile geçindi durdu yıllarca! 1939 yılında ölünce, İstanbul’da yaşayan erkek, kadın bütün çocukları ile Mehmet Osman ölmüş oğlu Mehmet’in çocukları, yani torunları Trabzon’a çağırdılar, son ikisi otelde kaldılar. Çünkü evde kalacak yer yoktu evlatlarından, yalnız, gündüzleri, eve gidiyor, İstanbul’dan gelenlerle birlikte oluyorlardı. Bir ara Hacı Ali’nin karısı Sakine hanım çocuklarını çağırdı odasına, babanızdan kalan biraz altın var, onları paylaşayım aranızda dedi. Gizli altın paylaşımı. Baştan bir esas kabul ettiler, erkekler 150 şer reşat altını, kızlar 100 er altın alacak. Tam o sırada geceyi otelde geçiren torunlar eve gelmezler mi? Bir telaş alır onları, sel önünden kütük kaçırır gibi oldular, çünkü Mehmet’le Osman görürse, onlara da vermek gerekirdi, yasal olarak, sizin hakkınız yoktur diyemezlerdi.
Fatih Sultan KAR / İST.