MURAT ÜMİT HİÇYILMAZ
Yüzyıllar önce Cenevizliler her yaz gemilerle Doğu Karadeniz’e çıkarma yapar; kereste, köle, yemiş ve altın toplayıp kış bastırmadan memleketlerine dönerlermiş.
Ceneviz kralı da çoğu kez bu seferlere bizzat katılırmış. Bir keresinde kral biricik kızı Şile’yi de yanında getirmiş. Şile; yemyeşil ormanların ve gürül gürül akan derelerin cazibesine kapılmış, tüm yazı geçirdiği bu güzel coğrafyanın adeta tutkunu olmuş.
Babasına bu güzide yere mümkünse her yaz gelmek istediğini söylemiş. Kral bu duruma çok sevinmiş ve Atina adlı küçük liman kasabasında kızının yaz aylarını geçirmesi için kalabileceği görkemli bir konak yaptırmış. Karaya birkaç metre mesafede bulunan bir kaya parçası üzerine yaptırdığı bu korunaklı konağı, kralın kızı Şile de çok beğenmiş. Konağın kurulu olduğu kayayı döven dalgaların sesi geceleri mışıl mışıl uyumasını sağlıyor, sabah ise aynı dalgalar onun huzur içinde uyanmasına sebep oluyormuş.
Her yaz istisnasız Atina’ya gelmeye başlayan Şile, babasının yaptırdığı bu korunaklı evde kalır, bol bol da çevreyi gezer ve yeşilin bin bir tonunu barındıran bu güzel coğrafyada çok keyifli vakit geçirirmiş. Üstelik burada yaşayan yerli Laz bir erkek ile arkadaş olmuş. “Zele” adlı bu erkek Ceneviz kralının Atina’nın birkaç kilometre batısındaki bir kayalığa yaptırdığı kalenin inşasında çalışıyormuş. Şile bazı zamanlar kendi konağına oldukça yakın olan bu kalenin yanına gider, çalışan işçileri izlermiş. İşçilerin kendi aralarındaki konuşmalarını dinlemek çok hoşuna gidiyormuş. Hatta Lazca denilen bu dili öğrenmeyi çok arzuluyormuş. Zele ile de işte bu yeni kalede tanışmış. Zele; uzun boylu, beyaz tenli, çakır gözlü ve çok güçlü bir erkekmiş. İki kişinin kaldıramadığı taşları tek başına kaldırır, adeta yorulmak nedir bilmezmiş. Şile, Zele’den konuştukları dili kendisine de öğretmesini istemiş. Kısa zamanda Lazca anlaşabilir olmuşlar, o da Zele’ye Latince kelimeler öğretiyormuş. Zele, aynı zamanda çok iyi bir avcıymış, okuyla uçan kuşları vurur, mızrağıyla kurtları alt edermiş. Bir gün Şile de onunla birlikte ava çıkmak istediğini söylemiş. Birlikte Atina’nın sıkı ormanlarında ava çıkmışlar ve irice bir geyik avlamışlar. Zele, önceden avlamış olduğu bir ayının dişlerinden yaptığı iki kolyenin birini kendi boynuna, diğerini Şile’nin boynuna takmış. Bu kolyeler aşklarınınsembolü olmuş.
Şile, Zele ile vakit geçirmekten çok keyif alıyor, her sabah onu görebilmek için kalenin inşasına gidiyor, iş bitiminde de Zele ile vakit geçiriyormuş. Zele’nin köyü kale inşaatından az daha batıdaymış. Zele onu bu sefer kendi yurduna götürmüş, anasıyla tanıştırmış, yöreyi gezdirmiş, Melyat deresinin yukarılarına kadar çıkarmış. Buz gibi soğuk sulardan içirmiş, ağaçlarda ürettiği leziz ballardan yedirmiş, komar çiçeklerinden ona taç yapmış. Güzel günler böylece geçip giderken yaz bitmiş ve Cenevizlilerin dönme zamanı gelip çatmış. Şile hem bu cennet gibi güzel diyarı, hem de artık âşık olduğu erkeği bırakıp memleketine dönmek istememiş. Kışı burada geçirmek için türlü bahaneler sunmuş, olmadık yalanlar söylemiş, zor da olsa babasını ikna etmiş. Kral, kızının güvenliği için birkaç askerini de burada bırakmış. Kış boyunca Zele ile hemen her gün buluşmuşlar, Zele’nin elleriyle yaptığı hediklerle karlarda gezmişler, kurdukları tuzaklarla karakuş avlamışlar. Zele’nin oldukça hırçın olan atmacası bile Şile’ye alışmış, Zele dışında sadece onun bileğinde huzurla duruyormuş. Şile, Laz kültürünü baştan sona öğrenmiş, onların kıyafetlerini giyinmiş, adetlerini yapar olmuş. Zele’nin siyah üzümden yaptığı şaraptan içmeyi, onun tuttuğu hamsiden yemeyi çok severmiş. Şile çok sevdiği bu kültürün artık bir parçası olmak istiyormuş, yaz gelip de babası gemilerle Atina’ya ayak bastığında bundan sonra Zele ile bu topraklarda kalacağını söylemeye karar vermiş.
Yaz mevsiminin başlamasıyla tekrar yöreye gelen Ceneviz Kralı, askerlerinden kızının kale inşasında çalışan yerli bir erkeğe âşık olduğunu öğrenince hiddetlenmiş, durumu sindirememiş ve adeta öfkeden deliye dönmüş. Kızını dinlemeye bile gerek görmeden görüşmelerini yasaklamış. Şile babasına ne kadar dil döktüyse anlatamamış; günlerce ağlamış kâr etmemiş; hasta bitap düşmüş, babası oralı olmamış.Kızını onun için yaptırdığı konakta adeta esir etmiş, dönene kadar dışarı çıkmasını yasaklamış.Zele ise gizlice denizden yüzerek, konağın kayalıklarına tırmanmış, demir parmaklıklı küçük penceredenŞile’yle görüşmüş. Şile ondan kendisini buradan kaçırmasını istemiş. Zele, onu bu esaretten kurtaracağına söz vermiş ve bir plan yapacağını söylemiş. Bu gizli buluşmayı fark eden nöbetçi askerler durumu Ceneviz Kralına iletmiş, bu sefer nöbetçi sayısı artırılmış. Zele ise ona yakın olmak için konağın hemen kuzeybatısındaki başka bir kaya parçasının yan yüzeyini oymuş ve orada kalmaya başlamış. Zele’nin vazgeçmeyeceğini anlayan Ceneviz kralı onu yakalatıp, inşasında çalıştığı kalenin zindanında hapsettirmiş. Böylece yeni yapılan kalenin zindanına hapsolan ilk kişi Zele olmuş. Birbirini seven iki genç ayrı düşmüş, birbirlerinden haber alamaz olmuşlar.
Babası o yaz Ceneviz topraklarına dönerken kızı Şile’yi de peşinde götürmüş. Gemiler Atina limanından hareket edince Zelehapsolduğu zindanın penceresinden çaresiz bir şekilde giden gemileri seyretmiş. Elinden bir şey gelmediği için üzülmüş, verdiği sözü yerine getiremediği için kahrolmuş. Boynundaki ayı dişi kolyeyi sımsıkı tutarak tüm gücüyle küçük pencereden -Şileeeee- diye bağırmış. Kral gemisinin güvertesinde ağlamaktan yorgun düşmüş gözlerle Zele’nin hapsolduğu kaleye bakan Şile, onun sesini duymuş. Önce –Zele- diye mırıldanmış, sonra kendisini toparlayıp olağan gücüyle -Zeleeee- diye o da karşılık vermiş. Bazen kaldığı konağı yıkacak kadar sert vuran dalgaların, hiç olmadığı kadar delirmesini ve gemiyi kaleye doğru sürüklemesini arzulamış ama gemi rotasından zerre şaşmamış.
Şile Ceneviz sarayında hiçbir şeyle teselli olmamış, yüzü bir daha gülmemiş, ağzından tek bir kelime çıkmamış. Bir zaman sonrasevdasından hasta düşmüş, yemeden içmedenkesilmiş. Babası; Avrupa’nın türlü meyvelerinden yemişlerinden hazırlatmış, başını çevirip bakmamış.En iyi Cermen hekimlerini getirtmiş, fayda etmemiş.Roma’nın tıpçıları seferber edilmiş, deva olmamış. Şile ölümün eşiğine gelince, babasından son olarak “ölünce çok sevdiği ve özlem duyduğu Atina’da gömülmesini” vasiyet etmiş. Elinden bir şey gelmeyen kral, kızının bu isteğini kabul etmiş. Bir sonraki yaz gelip çatıp da Ceneviz gemileri Karadeniz’e doğru yelken açınca, Şile’nin aşkı uğruna adeta kuruyan cesedi de yola çıkmış.Zele zindanın küçük penceresinden gelen gemileri görmüş, Şile’nin de geldiğini hissetmiş ama boynundaki kolyenin kopmasıylaayı dişi pencereden denize doğru düşüp gözden kaybolunca, birden içine kor düşmüş. Şile’ye kötü bir şey olduğunu anlamış, bir kere daha gemilere doğru –Şileeee- diye bağırmış ama bu sefer cevap veren olmamış.
Vasiyeti gereği konağı gören havadar bir yerde Şile için mezar yaptırılmış ve orada defnedilmiş. Kral, kızı için hazırlattığı mezarın taşına “Şile, bu topraklar için can verdi.” yazdırmış. Zele hapsolduğu zindandan hiçbir zaman çıkamamış. Ceneviz kralı kızının bu adam yüzünden öldüğünü düşündüğü için şartlarını ağırlaştırmış, yemek ve suyu dahi yasaklatmış. Böylece kısa bir süre sonra Zele de zindanda çaresizce ölmüş.
Şile ile Zele’nin yarım kalan aşkı dilden dile anlatılmış, efsane olmuş. Ceneviz kralı öldükten sonra unutulup gitmiş ama hor gördüğü Zele’nin ismi hiçbir zaman unutulmamış. Onun doğup büyüdüğü köye onun adından esinlenerek “Zelek”, hapsolduğu kaleye de “Zelek Kalesi” denmiş. Şile için yaptırılan özel konağa ise “Kız Kalesi”,Şile’nin mezarının bulunduğu mevkie de onun isminden esinlenerek“Şilerit” denmiş.