Menderes gelince memur korkusu ortadan kalktı, millet hakkını bildi. Menderes, insanlığı öğretti bize. Meselâ, tahta kurusu, bit, pire, onun sayesinde gitti. Millet yanıyordu... Kahvede oturan insanların göğüslerinden bit çıkardı. Menderes’e Allah rahmet eylesin. Buğdayı, şekeri bize tanıttı.
*
Hacı Ali Pastırma, gün görmüş bir kişi. Rize’nin Hemşin ilçesinin bir köyünde doğmuş. Hemşin, o zamanlar nahiye... Hemşin, aynı zamanda DP’nin unutulmaz Millî Eğitim Bakanlarından merhum Tevfik İleri’nin de memleketi. Hacı Ali Pastırma amca ile Çayeli, Venekdere Köyü’ndeki evinde görüştük. 1950 öncesi “Tek Parti/CHP” yıllarını iyi hatırlıyor. Her yıl yaz aylarında 5 ay boyunca Hemşin’in Kale Yaylası’nda kalıyor ve hayvancılıkla meşgul. Maşallah, sıhhati yerinde. Menderes hayranı ve Türkiye’nin yaşadığı çalkantıların farkında bir Anadolu insanı...
*Hacı amca, sizi tanıyabilir miyiz?
Pazar, Hemşin, Ortaköy’den Haci Ali Pastırma. İlk okulu Hemşin’de okudum. Zaten köyümüz Hemşin Merkeze bağlıdır. Orta okulu ve liseyi de Kale Yaylası’nda bitirdim! (Gülüşmeler...)
Rahmetli Hasan Tez vardı Çamlıhemşin’de, CHP milletvekiliydi. İlk okul mezunuydu. Ona sormuşlar ki, “Hangi üniversiteden mezun oldun?” O da cevaben, “Molla Veyis Üniversitesinden mezunum” demiş. “Molla Veyis” dediği, Çamlıhemşin’in bir köyüdür. Yani, üniversiteyi okumadım, ama hayatı köyümde öğrendim demek istemiş. Biz de o misal, ilk okuldan sonra okumadık, yaylacılık yaptık, ama hayatı öğrendik.
*Çocukluktaki hayatınız nasıl geçti?
1933 doğumluyum. 1941’de okula başladım. Okuldan sonra 1949’larda Ankara’da bir yıl kaldım. Ondan sonra 15 yıl kadar İstanbul, Büyükdere’de kaldım. Ve askerliği de İstanbul’da yaptım. 1. Ordu, 1. Müfettişliğinde inzibat olarak görev yaptım. İstanbul’da bulunduğum zamanlarda fırıncılık yaptım.
*Köy yıllarınızda fakirlik noktasında sıkıntılarınız oldu mu?
Maddî durum şöyleydi: 1950 öncesi devirde her yerde fakirlik vardı. Haliyle köyde de çoğunluk çok fakirdi. 1940’larda herkes fakirdi. Ama bizim evde fakirlik pek olmazdı. Çünkü 25 ya da 30 tane ineğimiz olurdu. 50 ya da 60 koyunumuz, 1 katırımız vardı. Bahçemiz, mısırımız vardı. Bize yeter ve artardı. O bakımdan bizim yemek içmek noktasında pek sıkıntımız olmazdı. Ama konu komşunun durumu iyi değildi. Yüzde 90’ı fakirdi.
Bilhassa Halk Partisi (CHP) zamanında, Allah yardım eylesin... Bahçede ektiğimiz mısırı gelip ölçerlerdi, biçerlerdi şu kadarını bize (devlete) vereceksiniz derlerdi. Vergi niyetine... Meselâ bizden 100 kilo mısır isterlerdi. Hem de araba yolu yok. Devlete vereceğin mısırı yaya, sırtında taşıyarak şehre götüreceksin... Ta Pazar ilçesine... Benim halam vardı. Vergi niyetine verilecek mısırı sırtına ta Pazar’a (Rize’nin bir ilçesi) kadar götürmüş. Komşudan birisi ile beraber. Orada mısırı teslim alacak olan memur, “Bu ıslaktır. Gidin kurutun da öyle getirin” demiş. Halam diyor ki, “4 saat yaya geldik. Nerede kurutalım?” Memur da yine, “Ben anlamam, gidin kurutun” diye ısrar ediyor. Gidiyorlar kaymakama durumu anlatıyorlar. Demek ki kaymakam insaflıymış, emir veriyor “Bir daha da getirmeyin” diye ve kadınları köye gönderiyor.
1950’ye kadar insana insan muamelesi yok. 1950’ye kadar insanların çektiği azap anlatmakla bitmez. Eğer ahırdan, bağdan, bahçeden bir şey çıkıyorsa insanlar onunla geçiniyordu. Başka hiçbir şey yoktu. Rahmetli Menderes geldi, bize 20 kuruşa buğday getirdi. Öyle durum vardı ki, 1 kilo şeker alsak onunla bir yıl idare ederdik. Ama buğday unu nasıl olur diye tanımazdık. Menderes geldi buğdayı tanıttı bize. Çarığı çıkardık, kara lastik giydik. Ayakkabı ile bizi tanıştıran da rahmetli Adnan Menderes’dir. Çarığı attık, lastik giydik. Sonra da ayakkabı ile tanıştık.
*Ahırdaki hayvanları da sayıp ayrıca vergi alırlarmış galiba...
Hayvanlardan vergi alınırdı. Millet ne yapardı? Benim amcamın bacanağı vardı, tahsildardı. O gelirdi para toplamaya. Sığır parası... Millet onlara “Çalkatura” derlerdi. Millet, sığırları meşelere, ormanlara kaçırırdı vergi vermemek için. Çünkü para yoktu. Ahırda 1 ya da 2 tane bırakırlardı. Çalkatura’lar görmesin diye.
*Kur’ân ve ezan yasağı ile ilgili hatıralarınız var mı?
Köydeki cami bize yakındı, 200 metre uzaktaydı. Biz hem okula giderdik, hem de camiye. Okul kalabalıktı, 400 öğrenci vardı. 3 tane öğretmen vardı. 5’inci sınıf talebeleri, 1 ve 2’nci sınıflara ders verirdi. Öğretmen yoktu. Sabahçı ve öğlenci talebeler vardı. Meselâ biz öğlede okuldan çıkar, camiye giderdik. Mahalledeki hoca aynı zamanda muhtar idi. Her gün jandarmalar geliyor, kontrol ediyordu. Camide çocuk okuyor mu diye. Hoca bize derki ki, “Sen filan yerde, sen de filan yende bekle, nöbetçi ol. Jandarma gelirse haber ver.” Bana derdi ki, “Senin boyun uzundur, şen şu tepeye çık, bekle.” Gider ve kollardık. Devamlı jandarmalar gelirdi. Hemşin o zaman nahiye idi. Nahiyede Ardeşenli bir müdür vardı. Müdürün adı, Abidin Akın idi. Allah yardım eylesin... Öbür dünya da ne ediyor acaba? Jandarmaları o gönderirdi. CHP’lilere her zaman soruyorum: 1950’den önce hangi camide hoca vardı? Hiçbir camide hoca yoktu. Of’lular Ramazan aylarında köylere gelir ve bir ay hocalık yapar, teravih namazlarını kıldırırlandı, o kadar. Millet parasını verir ve onları Ramazanlık hoca olarak tutardı. Başkası yasaktı...
*Jandarmanın gelip yakaladığı oldu mu?
Bizim köyde yakalayamazlardı. Çünkü her an nöbetçi vardı. Hem hoca olan, aynı zamanda muhtardı. Biz kollar, jandarma geleceği zaman haber verirdik ve camideki çocuklar da evlerine kaçardı. Hoca da eve giderdi. Bu sebeple yakalanmazdı.
*Ezan yasağı ile ilgili hatıranız var mı?
Şunu söyleyeyim: Ben “Allahu Ekber” diye okunan ezanı ilk defa Çayeli, Erenler Köyü (Venekdere) Camiinde duydum. Sömestre tatilinde (15 günlük tatil) bu köye gelmiştim. Cuma günü camiye gittik. Rahmetli İsmail Dayı vardı, caminin köşesinde ezan okuyordu. Minare yok. Arkadaşlara dedim ki, “Bu amca ne yapıyor böyle?” Dediler ki, “Ezan okuyor.” Ben itiraz ettim: “Ezan bu değil ki!” Çünkü bu şekilde bir ezanı hiç duymamıştım. Hemşin’de “Tanrı uludur” diye ezan okunurdu ve ezanı öyle bilirdim. “Öyledir, değildir” diye bayağı tartıştık. Hemşin’de minare vardı ve oradan “Tanrı uludur, Tanrı uludur/ Tanrıdan başka yoktur tapacak” diye bağırırlardı ve biz onu ezan olarak bilirdik. Venekdere’de (Çayeli’nin bir köyü) cami içinde olmak şartıyla, gizlice ezan okunuyordu. Ama Hemşin’de korku vardı. Karakol hemen caminin yanında...
*Peki, Hemşin’de “Allahu Ekber” diyerek ezanın yeniden okunması günlerini hatırlıyor musunuz?
Hatırlamaz mıyım. 1950’de genel seçimler bitti. Menderes seçimleri kazandı diye radyo söyledi. O zaman pilli radyolar vardı. Allah rahmet eylesin, Hemşin’in ağalarından Gobal Tevfik Dayı vardı. Hoca idi aynı zamanda. Hemşin’deki kahve ile Nahiye Müdürünün yazıhanesi karşı karşıya... Radyodan “Halk Partisi yıkıldı, seçimi kaybetti” diye duyulunca Gobal Tevfik Dayı ayağa kalktı ve müdürün yazıhanesine doğru giderek “Allahu Ekber” şeklinde ezan okumaya başladı. Hemşin’de ilk ezanı, Allahu Ekber diye o okudu. Ezan ondan sonra orijinal şekliyle okundu. Kur’ân Kursları açıldı.
Bir köyde ölen olursa, hoca yoktu cenazeyi kaldırmaya. Bizim köyde yarı buçuk hocalar vardı. Komşu köyden cenazesi olanlar gelir, bizim köydeki hocaları alır gider ve cenazelerini öylece kaldırırlardı. 2 saat, 3 saatlık yoldan gelirlerdi. Cenazeyi yıkayacak adam kalmamıştı köylerde. Halk Partisi her şeyi yasak etmişti... Ama öyle bir tokat yedi ki Halk Partisi, bir daha da iktidara gelemedi.
*Ekonomi noktasında Menderes neler yaptı?
Menderes gelince memur korkusu ortadan kalktı, millet hakkını bildi. Halk Partisi’nin gidişi ile o korkular da gitti. Menderes, insanlığı öğretti bize. Meselâ, tahta kurusu, bit, pire, onun sayesinde gitti. Millet yanıyordu... Dışardan ilâç getirdi, bitleri bitirdi. Kahvede oturan insanların göğüslerinden bit çıkardı. Allah rahmet eylesin. Daha ne diyeyim. Buğdayı, şekeri bize tanıttı.
*Menderes’in mitinglerine katıldığınız oldu mu?
Elbette katıldım, katılmaz olur muyum? Bir defasında Menderes vapurla İstanbul’dan İzmir’e gidiyordu. Tophane’de vapura binecekti. Solcular nümayiş yapıyor, slogan atıyor. Menderes de gemiden konuşuyor. Diyor ki, “Yavrularım ne kötülük yaptık?” Onlar da, “İstanbul’un raylarını söktün de çocuklarını okuttun...” Böyle bir şey olur mu? Ne kadar insafsız insanlar vardı. O zaman üniversitede okuyan o gençler, bugün Halk Partisinde...
Sonra bir sabah, aynı apartmanda oturduğumuz bir memur vardı. “İhtilâl oldu” dedi ve darbeyi öyle haber aldık. Menderes’i yakalamışlar... Radyodan dinledik... Türkeş konuşuyordu... Benim amcamın oğlu, Celal Bayar’ın şoförü idi. Eniştem de onun garsonuydu. İlhami Paslı ve Yaman Paslı isimleri... Bunların biri vefat etti, biri hayattadır. Demokrat Parti’lilerin neler yaşadığını iyi biliyoruz.
*Ticarî hayatınız nasıl şekillendi?
1958’de İstanbul’da çiçekçiliğe başladık. Dükkân açtık Kadıköy’de. Daha sonra Eskişehir ve İzmir’de de açtık. Sonra tamamını kapattık, İstanbul’da ticareti hayata devam ettik. Sonradan ben Rize’ye, Hemşim’e, memleketime geldim. Yılın yarısını yaylada, yarısını da köyde geçiriyorum. Kış aylarında bir müddet İstanbul’a gider, gezer dönerim.
Röportaj: Faruk Çakır
Kaynak: Yeni Asya, 12 Kasım 2014