Tarih: 23.07.2014 13:47

Filistin'den yükselen ses

Facebook Twitter Linked-in



Bugünlerde sarsılmış durumdayım.

Habib FİDAN
habipfidan@gmail.com

İslâm âleminin şimdiye kadarki hâli zaten içler acısıyken, bir de Filistin’in dramı yüreğimi yakıp kavuruyor. Sözüm ona, kibirli tavırlarla haklılığını dile getiren İsrail yetkilileri gerim gerim konuşurken ekranda, bu işin ortağı büyük devletler (!) de yüzlerce, belki de binlerce masumun ölümünü haklı görüyor, vicdansız bir “savunma hakkı” yalanıyla ortalıkta geziyorlar.
Haklının kazanmadığı, bilâkis güçlünün kazandığı bu dünyada, maneviyat olmadı mı, gerçekten sarsılabiliyor insan. Zira gözünüzün içine baka baka yalan söyleyenlerin dudaklarından dökülen kelimelere tahammül etmek ve ümitsizliğe kapılmamak, ancak maneviyatla mümkün olur.
Evet, yüzlerce masumun çığlıkları ruhsuz ekrandan ruhuma aksederken, tutunacak dal arıyorum. Bunca kan, vahşet ve zulmün Allah’ın yardımına yeterli olup olmadığını sorgularken, “Yoksa siz, kendinizden önce yaşayanların başına gelenlerin, sizin de başınıza gelmedikçe, cennete gireceğinizi mi zannettiniz? Onlara (öyle) şiddetli belâ ve sıkıntılar (felâketler) dokundu ki, resûl ve onun yanındaki mü’minler: ‘Allah’ın yardımı ne zaman?’ diyecek kadar sarsıldılar. Allah’ın yardımı gerçekten yakın değil mi? (Bakara, 246)” âyeti karşıma çıktı. “Peki” dedim kendi kendime: “Allah’ın yardımı ne kadar yakınlıkta?” Cevabı şu âyet verdi: “Allah’a ve O’nun Resûl’üne itaat edin, niza etmeyin (anlaşmazlığa düşmeyin), yoksa zayıf düşersiniz ve kuvvetiniz (elinizden) gider. Sabredin. Muhakkak ki Allah, sabredenlerle beraberdir. (Enfal, 46)”
Bu âyetin penceresinden baktığımda, Mısır’da bir iktidar uğruna Müslüman kardeşlerini gözünü kırpmadan öldürenler, Irak’ta birbirinin camisini bombalayanlar, Suriye’de eline silâh alıp köşe başında gördüğünü öldürenler, vahşete birbirini teşvik edenler, birbirinin sırtından dünyevî hesap ve kitap yapanlar siluet hâlinde geçti gözümün önünden.
Bir an Yavuz Sultan Selim misali, “Milletimde ihtilâf ü tefrika endişesi/Kûşe-i kabrimde hattâ bîkarar eyler beni/İttihâdken savlet-i a’dâyı (düşmanın saldırısını) def’e çâremiz/İttihâd etmezse millet dağ-dâr eyler beni” diyesim geldi. Zira İslâm âleminin perişan hâlini en iyi özetleyen, ağlayan bir Filistinlinin haykırışıydı: “Nerde ümmet! Nerde Araplar! Nerde Müslümanlar”
Yoklar…
Zira birbirlerine düş(ürül)müş durumdalar. Kiminin iktidar, mevki, kiminin para, kiminin ihtiras, kiminin mezhep, meslek ve meşrep takıntısı âdeta Filistinlinin haykırışında kötü bir şekilde cisimleşiyor.
O cisim kartopu misali yuvarlanarak Suriyeliyi, Iraklıyı, Mısırlıyı, Libyalıyı ve dahi diğer mazlûm Müslümanları içine alarak devasa bir zillet içindeki perişanlığın resmini çiziyor. Deyim yerindeyse, Mehmet Âkif’in, “Girmeden tefrika bir millete düşman giremez/ Toplu vurdukça yürekler onu top sindiremez” mısralarının acı gerçekliğini yüreğimizin orta yerine saplıyor.
Şimdi anlıyorum ki; kul kendini düzelttiği, Allah ve Resulüne tam anlamıyla uyduğu ve sabır içinde birlik ve beraberliği temin etmek için enerjisini harcadığı zaman gelecek Allah’ın yardımı.
Öyle ki, akıl ve kalbimin derinliğinde Bediüzzaman’ın şu sözleri yankılanıyor: “Hayat, vahdet ve ittihadın neticesidir. İmtizackârâne ittihad gittiği vakit, manevî hayat da gider”, “Tesanüd bozulsa, cemaatin tadı kaçar”.
 


Orjinal Habere Git
— HABER SONU —