Adına sloganlar yapılmıştı. Rize’de futbola başlamış, Sarıyer’de kendini göstermiş, Beşiktaş’ta büyümüş, Fenerbahçe’de devleşmişti. Lefter’in kıskandığı, Turgay Şeren’in korktuğu futbolcuydu o.
Beşiktaş ve Fenerbahçe’nin başkanları onu transfer edebilmek için renklerine katmak için yarışırlardı. Top ceza sahasında onun ayağına geldi mi, tabelacılar da tabelayı değiştirmek için hazırlanırdı. Öylesine bir efsane haline gelmişti ki yeni doğan çocuklara onun adı veriliyordu. Gazeteler spor sayfalarında onu manşet yapıyor. Ünlü yapımcılar peşinden koşuyor, adına çekilen filmde başrolü Fatma Girik ile paylaşıyordu.
Futbol tarihine adını altın harflerle yazdıran Şenol Birol ağabeyimizin vefatını büyük bir üzüntüyle öğrendik. Vefatından yıllarca önce kendisiyle yaptığım söyleşiyi sizlerle paylaşıyorum
BABAMIN MESLEĞİ GEREĞİ TÜRKİYE’Yİ DOLAŞTIK
Şenol Birol ismi bir kuşağın hafızasında bütün güzelliğiyle duruyor. Biz de araştırmalarımızdan dolayı sizi çok iyi tanıyoruz. Yine de Şenol Birol’u sizin ağzınızdan dinlemek isteriz...
Polis memuru Mehmet Birol ile ev hanımı Sebahat Birol’un çocuğu olarak 1937 yılında doğdum. Annem ve babam, sırası ile bir kız bir erkek çocuk sahibi olduklarından ağabeyimden sonra benim de kız olacağımı düşünüyorlardı. Ninem anneme ‘gelin sen yine kız doğuracaksın’ diyor. Aman ne edeceğiz kızı diye takılıyormuş. Tabii ben dünyaya gelince ninem de çok seviniyor. O sıralar Şebinkarahisar’da bulunuyorduk. Babamın mesleğinden dolayı Yozgat, Yerköy, Trabzon, Çankırı, Zonguldak gibi ülkemizin birçok yerini dolaştık. Üç erkek iki bayan olmak üzere beşkardeşiz. Futbolculuğum döneminde de Amerika’yı, Kanada’yı, İrlanda’yı, bütün Avrupa ülkelerini, İran’ı, Irak’ı, Suriye’yi, İsrail’i gördüm.
ÇOCUK GEL BURAYA
Futbolla nasıl tanıştınız?
Futbolla Çankırı’da tanıştım. Burada Gençlerbirliği, Güneşspor ve Harbiye isimli futbol takımları vardı. Harbiye’de okuyanlar aynı zamanda takımda spor yapıyorlar ve bir sene eğitim gördükten sonra orduya giriyorlardı. Orada futbol oynayanlar 20-25 yaşlarındayken ben 12 yaşındaydım. Onlar maç yaparken ben de hafta sonları gidip kale arkasında gelen toplara vururdum. Bundan büyük keyif alırdım. Yine böyle bir hafta sonu Harbiye futbol takımının kaptanı Sefer benimle ilgilendi. ‘Çocuk gel buraya’ dedi. ‘Git forma giy gel, bugün sen de oynayacaksın’ Çok şaşırdım, daha küçüktüm ama oynamak da istiyordum. Hemen soyunma odasına gittim. Malzemeci yaşlı bir amcaydı. Yüzüme şaşkınlıkla bakarak, ‘Ne yapacaksın malzemeyi? Ufacık çocuksun...’ dedi. Neyse Sefer ağabeyin selamıyla aldım malzemeyi ve sahaya çıktım. Maçı 3-0 aldık. Gollerin üçünü de ben attım. Maç sonrası Sefer ağabey, ‘Ben demedim mi sen çok büyük bir futbolcu olacaksın diye. Babana söyle seni büyük kentlere götürsün’ dedi. İlk teklifi orada aldım. Sonra Zonguldak’a gittik. İdmanda beni beğenerek kulübe çağırdılar. Orada bir yönetici bana, ‘Sen misin çocuklara o hoş çalımları atan?’ diye sordu. Karşıma kim çıkarsa basıyordum çalımı. Topu ayağımdan alamıyorlardı. Zonguldak Kilimlispor’da oynamamı teklif ettiler, ama yaşım küçük olduğundan lisans çıkmıyordu. Bir yolunu bulup çıkardılar lisansı. O sırada babam emekli oldu, aile Rize’ye döndü. Babamın futbol sevgisi benim bu yolda ilerlememi sağladı. O da çocukluğunda zor koşullarda futbol oynarmış.
RİZE’DE FUTBOL OYNAYACAK SAHA YOKTU
Rize’ye gittiğinizde nasıl bir tabloyla karşılaştınız?
Biz Rize’nin zor dönemlerini yaşamış insanlarız. İkinci dünya harbi sırasında 8-10 yaşlarındaydım. Rize’de korkunç bir fakirlik vardı. Para pul yoktu. Bir ekmek alabilen adama maşallah denirdi. Bu koşullar altında bile futbol oynamak için uğraş veriyordu. 1953 yılında Rize’ye döndüğümüzde futbol oynayacak saha, malzeme, futbol topu, forma sorunu çok büyüktü. Temel ağabeyimin yalın ayık gelip sahada antrenman yaptığını bugün gibi hatırlarım. Bizimle beraber takır tukur oynardı. Hiç korkmazdı. Bugün ayakkabılı futbolcuyla yalın ayak bir oyuncu kapışabilir mi? Ağabeyimin çok güzel bir anatomik yapısı vardı. Topa çok güzel vururdu.
GÜNEŞSPOR BİR OKULDU
Güneşspor’un kadrosunda kimler vardı?
Şemsettin Çepni Başkanımızdı. O bambaşka bir adamdı. Rize’ye çok hizmetleri olmuştur. Kalemizde Mehmet Salih Şamlıoğlu idi, savunmada Lütfi Deveci, ortada Musa Dal santrfor oynardı. Beni çok severdi. Takımın yaş ortalaması 30’du, bense 14 yaşındaydım. Orada ortaya koyduğum futbolla yerimi aldım. Güneşspor’da dört yıl futbol oynadım. Son sene beni üzen bir olay yaşandı. Fener Gençlik ile yaptığımız karşılaşma 0 – 0 devam ederken çıkan olayla hiç ilgim olmamasına karşın beni de olaya dahil ettiler. Tuncay Mataracı Trabzon’a, Murat Kumbasar Kars’a ben de Artvin’e sürüldüm. Halbuki olayla uzaktan yakından ilgim yoktu.
FUTBOL TOPUNDAN ISLIK SESİ ÇIKARAN ADAM
Size has bir topa vuruş stiliniz vardı. Bu stili o zamanlar kullanıyor muydunuz?
Toplara çok iyi vuruyordum, evet ama istediğim gibi ses çakmıyordu. Oysa topa öyle vuracaksın ki rakip kaleye giderken ıslık çalmalı. 1954 yılında Erzurum’a maça gittik. Kalegücü’nde bir futbolcu var. Topa öyle vuruyorki top şşşşt, şşşt diye ses çıkarıyor. İki maçını izledim. Topla arasında anlatılmaz bir yaklaşım olduğunu gördüm. Topa türlü şekillerde vurabilirsin. Ayağının içiyle, dışıyla, içiyle, dışıyla, bilekle, dizle, kalçayla, kafayla... Durarak, koşarak, uçarak... Bir sürü stil var. Rize’de sahilde bir kanal vardı o zamanlar. Orada birer kale yaptım, numaralandırdım. Üst vuruş çalışıyorum. Onbir ay aynı şeyi yaptım. Bu kadar sürede insan bıkmaz mı? Ben bıkmadım. Ve topta aradığım sesi buldum.
ŞİMDİ SEN GÖRSÜN DEDİM VE TOPA GERİLDİM
Daha sonraki dönem Güneşspor futbol takımı ile Ordu’ya gittik. Grup maçlarındaki başarılardan sonra dönüşte Trabzon’a uğradık. Bir telefon geldi, Sarıyerspor’dan. ‘Atla bir taksiye hemen gel’ diyorlardı. Sarıyer o zaman birinci ligde. Popüler bir takım. Sarıyer’le yaptığımız maçı 3-2 kaybettik. O maçla ilgili bir anımı hiç unutmam. Serbest vuruş atacağım. Topu ceza sahasının köşesine koydum. Baraj yapılırken kaleci oyunculara bağırdı. ‘Kaldırın barajı, oradan gol atamaz’ diye. Bu söz beni daha da hırslandırdı. ‘Sen şimdi görürsün gününü’ dedim ve topa gerildim. Top tam doksandan direkle beraber içeri girdi ve gol oldu. Kaleci öyle bakakaldı. Pazar günü bir kez daha karşılaştık Sarıyer’le. Yendik.
VER ELİNİ SARIYER…
Sarıyer’e giderken duygularınız nasıldı, neler hissediyordunuz?
Sarıyerspor çok iyi bir takımdı. Kulübün kafile başkanı Fransa’da tahsil görmüş kültürlü bir insandı. Bana ‘Evladım seni çok beğendik, Sarıyer’e alacağız, ne zaman gelirsin?’ diye sordu. Üniversiteye başlayacağımı söyledim. Artvin Lisesi’ni bitirdikten sonra, İktisat Fakültesi için İstanbul’a gittim. Baktım ki beş yönetici limanda beni bekliyor. Alıp Sarıyerspor’a götürdüler. Bana ‘sözleşmeyi üç senelik mi, yoksa beş senelik mi yapalım?’ diye sordular. ‘Bir senelik sözleşme yaparım, on bin lira da para alırım. Beş bin lira falan diyorsunuz. Ben beş bin lirayı Rize’de amatörken aldım.’ dedim. İstanbul Üniversitesi’nin karşısında İzzet Akçal’ların Beyaz Saray’ı vardı. Orada kalıyordum. Arkadaşlarım arasında Yılmaz Arayıcı’nın kardeşi, Rize’nin kültür dünyasındaki dev ismi Oktay Arayıcı vardı. Onu çok severdim. O Rize Gücü kalesini korurken bir maçta Güneşspor’a 9-0 yenildiler. 6 golü ben attım. Ertesi gün okuldayız. Bana ‘sen benim futbol hayatıma son verdin’ dedi. Sarıyerspor’a gelirken semtin yerini bile bilmiyorum. Kendi kendime ya kötü bir muhitse, hele deniz görmüyorsa ne yapacağım diyorum. Fakat ne kadar şanslıymışım ki İstanbul’un en güzel semtine gelmişim. Boğazın içerisinde harika bir yer. Sonraki yıllarda çok güzel anılarıma mekan oldu. Sarıyer’de insanlar beni çok sevdi, tuttu. Bir gün balıkçılık yapan üç Sarıyerli sohbet için beni teknelerine çağırdılar. Adamlar hep balıktan denizden bahsediyorlar, ben anlamıyorum. Daha sonra denizcilikle, balıkçılıkla ilgili kitaplar aldım, okudum. Geniş bilgi sahibi oldum. Tekrar balıkçıların yanına gittiğimde anlattıklarım karşısında şok oldular. Sürmeneli ve Akçaabatlı olan balıkçılar, ‘yahu dedi sen bizi geçmişsin’ dediler.
GOL KRALI ŞENOL BİROL
İlk gol krallığını Sarıyerspor’da mı yaşıdınız?
Bir dizi maç yapmak için Sarıyerspor ile Bursa’ya gitmiştik. Burada sergilediğim futbolu gören yöneticiler bana bakıyor, fıs fıs konuşuyorlardı. Sürmene kökenli Kemal, Selahattin ve Yusuf Yarar isimli üç kardeş vardı. Selahattin Yarar kulüp başkanlığı görevini yürütüyordu. ‘Bir sene için on bin liraya imza atarım, başka türlü olmaz’ dedim. O zaman Selahattin ağabey güldü ve ne dedi biliyor musun? ‘Seni bizde bırakmazlar. Sende gelecek var’ dedi. O sezon Sariyerspor’da 29 golle gol kralı oldum . Ben Beşiktaş’ta oynarken Rize’den arkadaşım olan Süreyya Saraç, Sarıyerspor’a transfer oldu. Kendisi çok değer verdiğim bir insandır. Sarıyer fiziki hali, görünümü ve insanları ile Karadeniz’i andırır. Mekan olarak da çok sevdiğim Sarıyer, yaşantımda özel bir yere sahiptir.
BİROL’LA DOSTLUĞUMUZ MORA ADASI’NDA BAŞLADI
Birol Peker ile uzun yıllar sürecek dostluğunuz bir Avrupa turnesiyle başlamış. İlk kez nerede karşılaştınız?
Sarıyerspor forması altında 2. İstanbul karmasına seçilmiştim. 1958 yılında bir dizi maç için Avrupa turuna çıkmıştık. Kalede İhsan isimli arkadaşım var. Mora yarımadasında karaya çıkacağız. Oradan da Atina’ya gececeğiz. Atina’ya indiğimizde on beş dakikada pasaport kontrolünden geçtik. Görevlilerden biri ‘Mr. Birol’ diye seslendi. Birol, ‘buyurun’ diye döndü. Yabancı ülkelerde insanlara soyadı ile seslenildiği için aslında beni çağırıyorlardı. Durumu kendisine izah ettim. Yıllarca sürecek dostluğun temelleri, bu şekilde, Mora yarımadasında atıldı. O sıralar henüz Türkiye’de televizyon yok. Akşam yemeğinde televizyonu görünce hepimizin ağzı bir karış açık, izledik. İnsanlar da şaşkınlıkla bize baktı. Almanya’da Ahn kentine gittik. Bir üniversite kenti. İlk defa gece maçına çıkıyorum. Reflektör, çim saha, farklı bir atmosfer. Harika bir futbol oynadım. Atığım golle maçı 1-0 kazandık. Ertesi gün dediler bir adam seni arıyor. Biraz Fransızcam var. Konuştuk. ‘Ben buraya maç bağlamaya, futbolcu izlemeye geldim. Gece oynadığınız maçı seyrettim. 9 numara sen değil misin? Seni çok beğendim, Brizilya’ya götüreceğim’ dedi. Beni Brezilya’ya götürecek ve benden para kazanacak. ‘Ben öğrenciyim, gelemem’ dedim. Hep biz onlardan futbolcu alırız değil mi? Bunun tersi yaşantı o zamanlar. Avrupa turnemiz bir ay sürdü.
BEŞİKTAŞ’TA OYNAMAK ONUR VERİCİ
Bu tur esnasında sergilediğiniz futbol mu size Beşiktaş’ın kapılarını açtı?
Evet. Turnuvada bizimle birlikte gelen yöneticilerden biri de Beşiktaş’ın sembol ismi Baba Hakkı idi. Futbolcuyu çok severdi. O dönemler bir de Rize’nin Pazar ilçesinden Nazmi Ökten vardı. İki - üç maçımı seyretmişler. ‘Bu çocuğu alacaksınız’ demişler. Daha sonra Faruk Sağnak ile karşılaştım. Birol’un da Beylerbeyi’nden Beşiktaş’a transfer olacağını ondan öğrendim. Nişantaşı’nda bir kulüpte Faruk Sağnak ile oturduk, konuşuyoruz. Faruk ağabey ‘Beşitaş'tan ne kadar transfer ücreti talep ediyorsun?’ dedi. ‘Para mühim değil, Beşiktaş gibi bir kulüpte oynamak benim için büyük gururdur’ dedim. Çok hoşuna gitti. Sonunda 60 bin liraya Beşiktaş’a geçtim. 1959 yılından söz ettiğimi düşünürseniz 60 bin lira çok büyük para o zamanlar. Sonra kalktım, Rize'ye geldim. Aileme, yakınlarıma maddi yardımda bulundum. 8 bin lira harcadım. Aklıma bir cinlik geldi. İstanbul'a döndüğümde Beşiktaş Kulübü'ne gittim. ‘Hüseyin benden 10 bin lira fazla para almış, böyle olmaz’ dedim. Bir çek yazdılar ‘al oğlum’ dediler. Rize'de 8 bin lira harcamıştım, ama kulüpten aldığım 10 bin lira çek sayesinde bunu fazlasıyla telafi etmiştim.
ŞİVEMLE ALAY EDENLERE FUTBOLUMLA CEVAP VERDİM
Beşiktaş’ta ilk günleriniz nasıl geçiyordu?
Beşiktaş’a henüz yeni transfer olmuştum. Enteresan bir olayla karşılaştım. Yeni sezona hazırlık çalışması yapıyoruz. Şimdiki gibi Antalya’ya gidecek imkanlar yok. Çalışmaları Şeref ve İnönü stadlarında yapıyoruz. Sol bekte oynayan Münir diye bir çocuk vardı. Münir iyi oyuncuydu ama zaman zaman cins davranışları vardı. Beni gördüğü zaman sözde Rize şivesi ile alay ederek ‘celiyirum, cideyirum’ şeklinde alaylı sözlerle takılıyordu. Kendi kendime ‘maçlar başlasın ben sana celiyirum, cideyirumu, hanyayı konyayı gösteririm’ dedim. Maçlar başladı. Futbolumla taraftarların gözdesi oldum. Peş peşe golleri sıraladım. Takımda rüştümü ispatladım. Bu adama cevabını vermenin sırası geldi dedim.
Bir idman sonrası tesislere gidiyoruz. Münir’i yanıma çağırdım. ‘İnsanların şiveleri ile uğraşırken aynaya bak, amacın beni üzmek mi? Böyle devam edersen başına bela alırsın’ dedim. Bu konuşmam etkili oldu ve hatasını anladı. Zamanla en iyi arkadaşım oldu. Oyuncu olarak çok iyi bir oyuncuydu. Futbol hayatımda çok şey yaşadım, çok şey öğrendim. Beşiktaş’ta şampiyon olduğumuz sene mükemmel bir hava yakalamıştık. Takımla yediğimiz, içtiğimiz ayrı gitmiyordu. Sohbetlerimiz de... Her şeyi birlikte yaşayan bir takımdık. Böyle bir gücü hiçbir kuvvet yıkamaz.
ŞENOL BİROL GOL SLOGANI DOĞUYOR
Her tarafta Beşiktaş değil de iki kişi ön plana çıkıyor. Şenol Birol...
Beşiktaş’ta ön plana çıkan hep ben oluyordum. Futbolun yanında seyirci başka meziyetler de bekliyor futbolcudan. Bu meziyetler bende de var. Hasta Beşiktaşlı bir taraftar vardı. Bize Şenol, Birol gol attıktan sonra sırtımız yere gelmez diyordu. Kısa bir zaman sonra baktık “Şenol, Birol Gol” sloganı bütün taraftarın ağzındaydı. Fenerbahçe’ye geçince slogan da artık Fenerbahçe taraftarının gözdesi olmuştu. Aslında biz transfer olurken az para almışız. Şenol Birol Gol sloganı için ayrıca para almalıydık.
ŞUTLARIYLA NAM SALDI
Beşiktaş’ta ilk sezonda şampiyon oldunuz...
Beşiktaş’ta ilk sezonumda 19 gol attım. 20 gol atan Arif’ten sonra en çok gol atan oldum. Arif çok iyi bir futbolcuydu. Ama isim olarak fazla bilinmez. Tabii ki o formasyon seni götürüyor bir yere kadar. Ama iyi hissedebilirsen bunu, kondisyonunu desteklersin ve kalıcı olursun. Arif bunu başaramadı. Bir yıl oynadı. Sonra futbolu bıraktı. Turgay Şeren’in özelliği kendisine çok yakın oynayan rakiplerden çekinmesidir. Ben de bir iki maçta ona çok yakın oynadım. Türkiye’de şutları ve vuruşuyla nam salan iki adamdan biriyim. Biri Metin Oktay’dır biri de Şenol Birol. Düşünün kalecisiniz bu adamlardan biri sizin rakibiniz ve hemen burnunuzun dibinde.
BİR SEZONDA EN ÇOK GOL ATAN BEŞİKTAŞLI
Beşiktaş’tan Fenerbahçe’ye geçişiniz olay oldu?
Beşiktaş takımında bir sezonda 34 gol atan, özel maçları da buna katarsan 51 gol atan bir forvet, bir santrfor satılır mı? Satılmaz. Burada çok oyunlar vardı. Şenol Birol Gol sloganı bizim aleyhimizde çalışmış. Biz o zaman bu durumu anlayamamışız.. Nasıl olur da siz kulübü geçer de üste çıkarsınız? Bizim popülerliğimiz, yüzümüze gülen birçoklarını rahatsız etmişti. Şenol Birol Gol teranesi Beşiktaş takımını küçültmüş. Hiçbir fert, hiçbir oyuncu takımını geçemez. Biz elimizde olmayarak geçtik. Geçince de onlar bizi harcamak mecburiyetinde kalmışlar.
İHTİLAL OLURSA GİTTİ PARALAR
Sanırım Beşiktaşlılar neler kaçırdığını bilmiyordu?
Fenerhahçe’nin ikinci başkanı Muhsin Bağcılar’in Eminönü’nde ofisi vardı. Beni oraya çağırdı. ‘Seni Fenerbahçe’ye almak istiyoruz, gelir misin?’ dedi. Bağdat caddesinde Dr. Rüştü Dağlaroğlu’nun yazıhanesine gittik.100 bin lirayı bir poşete sarmışlar, beni bekliyorlar. Ben daha Beşiktaşlı yöneticilerle konuşmamışım. Galatasaray da beni istiyor. Ortada kaldım.
Yanımda da ünlü tiyatrocu Nejat Uygur’un kardeşi Recai Uygur var. Hasta Galatasaraylı. İkiz çocuğu oldu. Birinin ismini Turgay verdi, birisi Metin. O, Galatasaray’a gitmemi istiyor. Kadıköy’den Üsküdar’a geçtik. Üsküdar’dan da arabalı vapura bindik. Sarıyer’e geçiyoruz. Küpeşteye yaklaştık. Kendi kendime diyorum ki Ya bir ihtilal olursa, gitti paralar’ Bu düşünce ile gözüme uyku girmiyor. Bir rüya gördüm. Benim evin önünde bir çardak, altında havuz, içeride çitle çevrili, yeşil, harika bir ahşap ev. Haydar isimli bir arkadaşım var. O akşam bende kalıyor. Bir yunus balığı evin kapısını açıyor. İçeri su giriyor. Yunus balığı da onunla birlikte içeri giriyor. Sabah Haydar’a rüyayı anlattım. Haydar ‘hadi gözün aydın senin işin oldu’dedi. ‘Niye?’ dedim. ‘Yunus, peygamberi kaçırmış bir yerden bir yere. O insana yakın bir hayvan. Onun denizle birlikte içeri girmesi, sana bir işarettir’ dedi.
FENERBAHÇE KESENİN AĞZINI AÇTI
Ertesi gün Beyoğlu’nda Dr. Rüştü Dağlaroğlu’nun yazıhanesine gittim. Meğer noteri de oraya çağırmışlar. Dağlaroğlu, Fenerhabahçe yönetiminin toplandığını ve bana yaptıkları 100 bin liralık teklifi 200 bin liraya çıkardıklarını söyledi. ‘Dalga mı geçiyorsunuz?’ dedim. ‘Yok evladım. Seni Galatasaray ve Beşiktaş’ın almaması, bizim futbolcumuz olman için teklifi 200 bin lira yaptık, ama sen dilersen 50 bin indirim yap bize’ dedi. 150 bin liraya anlaştık. Daha sonra 67 bin liraya Müslüm Bağcılar düğünümü yaptı. O akşam Romanya takımına dört tane gol attım. Maç sonrası soyunma odasına geldi, öptü beni. ‘sana helal olsun’ dedi. ‘Araba da helal olsun’ Bana kendi arabasını hediye etti. Tertemiz 57 Shavrole marka araba. Ayrıca 50 bin lira prim verdi bana. Bu o döneme göre büyük bir rakamdı. Sonra iki yerde balayı yaşadım. Balayı masraflarımı da üstlendi. Bağcılar’ın çocuğu yoktu, beni çok sevmişti. Evlatlık edinmek istemişti, ama babam... Olur mu?
İKİ BÜYÜK TAKIMDA OYNAMAK
Fenerbahçe’den hafızanızda neler kaldı?
Ben üç kulübü şöyle tanımlarım. Beşiktaş takımı avam bir takımdır. Gelen taraftarı halktan gelmedir. Açlığı da çok iyi yaşayan insanlardır. Onun için sağları solları belli olmaz. Galatasaray aristokrat camiadır. Hepsi okumuştur, hemen hepsi kültürlü insanlardır. Avrupa’ya gittiğiniz zaman onun adı duyulur. Elçilikteki adam muhakkak Galatasaray Lisesi mezunudur. Fenerbahçe’ye gelelim. Lefter var. Esasında işin gerçeğine, ciddiyetine yaklaşacak olursak Lefter Büyük Ada’dan gelmiş, o zaman para mara yok. Müslüm Bağcılar ona beşi bir yerde vermiş. Bana araba almış. Lefter’le hem aynı takımda, hem karşı takımda hemde milli takımda oynadım.
1960 ihtilali sırasında siz popüler bir futbolcuydunuz. O döneme dair hatırladıklarınız nelerdir?
1960 ihtilalinin üzerinden henüz bir hafta geçmişti. Ankara’da Romanya ile milli maçımız var. Cemal Gürsel ihtilal yapmış. Prim bin 700 lira. Gürsel Paşa, 2 bin lira daha vermiş ve prim 3 bin 700 liraya çıkmıştı. Nitekim maçı kazandık, Metin Oktay ve ben birer, Lefter ise iki tane gol attı. Esas olarak Lefter ağabeyimiz insan olarak çok eksik. Gittik maça, Kızılay’dan üçümüz iniyoruz. Lefter, ben, Birol. Lefter dedi ki ‘Yarın İskoç maçında siz olmazsanız yeneriz’ Şaşırdım ben, niye oynamayalım. Bana Fenerbahçe’yi sevdiren onu izlemekten büyük keyif aldığım Lefter söylüyor bunu. Oysa o devrin en yıldız ismi biziz. Ve golleri sıralıyoruz. Ama başarılar bazıları tarafından hazmedilemiyor. Bu her yerde böyledir. Fenerbahçe takımı maddiyatçıdır. Onun için herşey paradır. Hiçbir zaman alt yapısını kuvvetlendirip de oradan üretkenlik yapmaz. Hazır parayı verip dilediği futbolcuyu alır. Bu yanlış bir yönetim tarzıdır. Bakıyorsun Aziz Yıldırım’a, ticareti çok iyi biliyor ama futbol konusunda hiç bir birikimi yok. Fenerbahçe’nin bir şampiyonluğunu o kaybettirdi. Denizli’de Fenerbahçe’nin yenildiği maç bunun örneğidir.
METİN OKTAY MÜTEVAZİ İNSANDI
Fenerbahçe ve Beşiktaş’tan sonra kısa bir Karşıyaka süreci oldu...
Evet. 9 numaralı formayı sırtıma geçirip koluma kaptanlık pazı bandını takıp Karşıyaka için top koşturuyordum. Takımda Rize’den arkadaşım Zafer Numan Kanburoğlu da yer alıyordu. Karşıyaka’da oynarken Fenerbahçe ile karşılaşıyoruz. Maça çıktık, İzmir’in stadı da zımpara gibidir. Kafaya çıkıyorum, Fenerbahçe’nin santrforu dizini sırtıma koyuyor, itiyor, tekme atıyor. Önce uyardım.’Doğru oynasana’ dedim. Adamdan hiç ses yok. Korner atıldı, top yerine ona bir kafa koydum. İki seksen uzandı. Ama bir karmaşa içinde namertçe vurmadım. Bu insani özelliğimden dolayı beni suçlu göstermişlerdir. Fenerbahçe’de Yılmaz Şen vardı. Yılmaz zayıf bir çocuk. Tekme atıyor, küfür ediyor. Ve bana ‘sen İstanbul’a gelmeyecek misin?’diyor. ‘Sen hangi semtte oturuyorsun? Oraya geleceğim. Orda bana kafa tutarsın. Neyi ispatlamaya çalışıyorsun?’ dedim. Bir keresinde aynı şeyi Metin Oktay’a da yapmış. Metin Oktay gibi mütevazı bir insan dayanamıyor Yılmaz Şen’e bir yumruk vuruyor. Ve Metin Oktay’ı hakem dışarı atıyor. Aynı olay benim başıma geliyor. Oysa Yılmaz unutulmaz futbolcu. Fenerbahçe tarihi içerisinde yer alacak futbolculardan biri. Neden bu güzel futbolunu bu hareketlerinle kirletiyorsun? Karşıyaka’da bir yıl top koşturdum. Tekrar Beşiktaş’a döndüm. Memleketim Rize’de profesyonel Rizespor’un kurulması ile Rizespor’da görev aldım.
VE EVLİLİK
Bu arada evliliğiniz bitiyor, ilk eşinizden ayrılıyorsunuz...
Hayatımda iki tane büyük hatam var. Birisi ilk evliliğim. Hayat mecmuası kapağında ilk eşimle birlikte fotoğrafımız var. Kendisi Paris’te doğmuş büyümüş, ailenin tek kızı ve şımarık. Genç yaşta olması ve evliliğin kutsal bir konu olduğunu bilmemesi ve yaşananlara beş sene dayandım, ama her türlü varlığım bitti. Ayrıldık. Rize’ye döndükten sonra Gülten hanımla mutlu bir evlilik yaptım. Burak, Murat, ve Gül isimli üç çocuk babasıyım.
RİZE’YE GELDİĞİMDE DEV BİR KONVOYLA KARŞILANDIM
Profesyonel Rizespor’un ilk teknik direktörü olarak göreve başladınız. İlk takımı nasıl oluşturdunuz? Ne gibi sorunlarla karşılaştınız?
Rizespor’a gelince Şenol Birol bizi şampiyon yapmasın da kim yaparsa yapsın düşüncesinde olan insanlarla karşılaştım. Dünyanın hiçbir yerinde böyle bir şey yoktur. Rize’ye geldik adamlar başladı beni kıskanmaya. Oysa bir Şenol Birol olacağına yüzlerce olsun. Rize’de mahalle futbolu kalmadı. Mahalle kaldı mı ki futbol kalsın. Ben nereden geldim. Lefter nereden geldi. Ne kadar aristokrat aile olursan ol çocuğunu hayatın içine atacasın. Hayatı sokakta öğrenecek. Bunu başaramıyorsan olmaz. Ya da daha modern olmaz lazım. Ajax gibi... Ajaks’da ne yapmışlar? Alt yapının okulu, cafesini, sportif uğraş yerlerini, restourantları bir noktada toplamışlar. 24 saat birlikte olan bir düşünce hakim. 1968’de Rize’ye geldiğimde İyidere köprüsünde beni çok mutlu eden bir tabloyla karşılaştım. Karşılamaya gelen binlerce kişi vardı. Arabalarla gelmişlerdi. Dedim ki buraya kadar beni karşılamaya gelmişler, burada güzel işler yapacağız. İdmanlar başladı, hazırlık çalışmasına başladık. Fakat sahada daha taşlar var. Saha yapılmamış. Bari sahanın yukarı kısmına kum yapıp dökün dedim. Kum döküldü. Yarım sahada antrenmanları yapmaya başladık. Hem fizik yönden iyi oldu, hem de çalışmalarda bize fayda sağladı. Ve bu imkansızlıklarla lige girdik. Sahası hazır olmayan profesyonel bir takımdık. 25 kişilik kadrodan 8 kişiyi eledik. Ergün o sene devre arası geldi. İlk maçta da Rize’de Tarsus İdman Yurdu ile karşılaştık. Maç 0-0 bitti. Tabii başlangıç için iyi bir skor değildi. Hedefiniz şampiyonluk ise evinizdeki maçları muhakkak kazanmanız lazım.
ŞAMPİYONLUK ELİMİZDEN ALINDI
Bir de 1968 yılında Rizespor’da teknik direktör, futbolcu olarak yer alırken Kırşehir maçında oyundan atıldım. Burada da hakemin vermiş olduğu taraflı bir karar var. Dönemin Futbol Federasyonu Başkanı Orhan Şeref Apak Kırıkkale’den milletvekili adayı olmuştu. Kırıkkale ile maçımız var. Hakem bana ‘Şenol bey, Şenol bey’ şeklinde hitap ediyor. Seyirci bana karşı ağza alınmaz küfürler ediyor. Şortumun ipini çektim. Hakem zaten bahane arıyor. Sözde seyirciye bu hareketimle büyük hakaret etmişim. Oyundan atıldım. İşin kötü tarafı bütün rakiplerimizi yenmiş, son iki maça gelmişiz. Takımın bana ihtiyacı var. Son maçlarımız Elazığ ve Malatya ile. O sezon gol kralı oldum.
MUHTEŞEM JUBİLE
Görkemli bir jübile ile futbola veda etmişsiniz...
Ben biraz aceleci davrandım. Esasında bütün niyetim 40 yaşına kadar oynamaktı. Jübile yaptığımda 36 yaşındaydım. 3-4 sene daha idare ederdim. Kimse sahanın dışına beni çıkartamazdı. Bu gün yetmiş iki yaşındayım hala spor yapıyorum.. Jübile öncesi hazırlıklar yaptım, İstanbul’a gittim, oradaki jübileme davet ettim. Biletlerimi dağıttım. Gelecek arkadaşların uçak biletlerini ayarladım. Misafirleri Trabzon’da karşıladım. Jübileme gelenler arasında Birol Pekel, Yusuf Tuna ve Can Bartu da vardı. Onları Turist Otel’de ağırladım. Birol evime geldi. Evimi, eşimi, çocuklarımı görmek istedi. Geldi gördü onları, öpüştüler. Jübilem çok güzel oldu. 9 Temmuz 1971 tarihinde Rize şehir stadı anlamlı bir güne tanıklık etmişti. Son kez sahaya çıkmıştım. Jübilemde İstanbul karması ile Rizespor karşı karşıya gelmiş, Fenerbahçeli Can, Birol, Beşiktaşlı Yusuf maçtaki şık hareketleriyle Rizeliler’i mest etmişlerdi. Jübile sonrası İstanbul’a gittim. Milliyet Gazetesi’nden Namık Sevik beni çok severdi. Bana İstanbul’da da jübile hazırlamak istedi.’Ya abi boş ver’ dedim. Milliyet Gazetesi’nde altı sene çalıştım. Futbol hayatımda olduğu gibi burada da Birol Peker ile birlikte çalıştık.
ŞENOL BİROL GOL FİLMİ
Şenol Birol Gol filmi nasıl doğdu?
Gatasaraylı Metin Oktay ‘Taçsız kral’ isimli bir film çevirmişti. Fenerbahçeliler de bizim de bir filmimiz olmalı dediler. Bu iş için taraftarların gözdesi Şenol ve Birol en uygun isimdi. Bizim birlikteliğimizi sağladılar filan. Artist olmak rol yapmak değildir, onu yaşamaktır. Ben ne kadar zorladıysam başaramadım bu işi. Öyle kareler var ki filmde kendimi tanımakta zorlanıyorum. 55 bin lira kadar aldık. Açıkçası hiçbir iş yapmadan hazıra konduk.
Son olarak Rizespor camiasına bir mesajınız olacak mı?
Rizeli, Rizespor’a sahip çıkmıyor. Oyuncusunda da, taraftarında da her kesimde bu var. Şimdi Rizespor’a bakıyorsunuz kaç tane Rizeli oyuncu var? Bu bakımdan çok eksiğiz. Aramızdan sivrilen, başarılı olan isimlere destek olalım. Rize’den çok sayıda Şenol Birol’lar, Hasan Vezir’ler ve Hakan Tecimer’ler yetişsin.
Fatih Sultan KAR / İST.