Hiç istemeyerek ve üzülerek de olsa, konuya girmek mecburiyetinde kalıyoruz.
Ne olacak bu kavganın sonu?
Hiç istemeyerek ve üzülerek de olsa, konuya girmek mecburiyetinde kalıyoruz.
Bugünlerde her nereye gitsek, kiminle konuşsak, hep aynı soruyla karşılaşıyoruz: “Ne dersiniz Latif Bey? Bu kavganın sizce sebebi ne? Sizin tahmininize göre, taraflar arasında yaşanan kavganın sonu nereye varır?”
Evet, şu sıralar hemen herkesin aklı, fikri, zikri bu konuyla meşgul.
Siz kiminle neyi konuşursanız konuşun, neticede söz dönüp dolaşarak yine aynı konuya gelip dayanıyor.
Sahi, ne olacak bu kavganın sonu?
İlk kez yaşanan bir vak’a
Ne tuhaf bir durum, değil mi?
Konunun ismini dahi belirtmeden yazmaya başlıyoruz...
Neyin kavgası ve kavganın kimler arasında cereyan ettiğini dahi zikretmeden, konu hakkında fikir beyan etme, sorulara cevap verme cihetine gidebiliyoruz...
Demek ki, hangi kavgadan bahsettiğimizi ve hangi konuyu kast ederek yazmaya başladığımızı, başkaları gibi sizin de peşinen bildiğinizi düşünerek hareket ediyoruz.
Ömrümde ve meslek hayatımda böylesi bir durumla ilk defa karşılaştığımı da, bu arada itiraf etmiş olayım.
Bu kadarlık bir peşrevden sonra, şimdi asıl konuya girelim ve tevcih edilen sorulara kendi penceremizden cevap vermeye ve muammalı görünen noktalara bir izahat getirmeye çalışalım...
Yapılar ve usûller farklı
Evet, yeni Türkiye tarihinde ilk kez yaşanan bir durumla karşılaşıyoruz.
Şimdiye kadar birçok kavgaya şahit olduk: İki partinin, iki kabilenin, iki mafya grubunun, iki spor kulübünün, iki sivil kesimin, iki medya grubunun, hatta iki devlet zirvesinin (Başbakanla Cumhurbaşkanı) karşı karşıya geldiğini, yekdiğerini yıpratma mücadelesi içine girdiğini çok gördük.
Bunların yapıları, yöntemleri, hacimleri ve sair karakteristik özellikleri az-çok bilindiği ve birbiriyle benzerlik arz ettiği için, kavganın hem sebebini, hem de sonucunu kestirebiliyorsunuz.
Fakat, şimdiki kavganın tarafları, karakteristik özellikleri itibariyle birbirinden hem çok farklı, hem de daha evvel hiç yaşanmamış bir örneklik arzediyor. “Nev-i şahsına münhasır” bir durum, bir vaziyet yani...
Bir tarafta, çalışma sistemi belli, oy yüzdesi belli, geliş ve gidiş usûlü belli, siyasî muhalefet cephesi belli, devlet içindeki yeri ve konumu belli olan bir siyasî iktidar var.
Diğer tarafta ise, bir hocaefendiye bağlı olup tamamen gönüllülük esasına dayalı olarak çalışan ve kanunî haklar çerçevesinde hizmet eden bir sivil hareket var.
Ok yaydan çıkmış gibi
İşte, bu iki yapının birincisi siyaset âleminde, diğeri ise sosyal hayatta en güçlü konumda bulunuyor.
Bu iki güçlü yapı, yaklaşık on yıl müddetle tam ittifak halinde çalıştı. Aralarında su sızmıyordu.
Türkiye, 2011’de genel seçimlere gittiğinde, bu iki yapı da gücünün ve müşterek güçlerinin zirvesinde bulunuyorlardı.
Ve nihayet, o zirve hali, her ikisi için de tarihin dönüm noktası oldu.
Önce gizli kapaklı, ardından alenî şekilde birbiriyle çekişmeye, kutuplaşmaya ve nihayet çatışmaya başladılar.
İpler gerildikçe gerildi. Vurucu enstrümanları, medyatik silâhları, bürokrasideki taraftarları birer birer devreye girip kavgayı alabildiğine kızıştırdı.
Velhasıl, dünün en kuvvetli iki müttefiki, bugünün en şiddetli muhalifi, muarızı, hatta muhasımı haline geldiler.
Kavganın çapı ve şiddeti öyle bir noktaya vardı ki, bunu durdurmaya, aralarında sulh ve sükûn temin etmeye kimse güç-kuvvet yetiremiyor.
Aynen “Ok yaydan çıktı” misâli...
Öyle ki, baş aktörler bile bu saatten sonra sulh adına ne yaparsa yapsın, ne derse desin, yan aktörler ile tabandaki tetikçi aktörlere artık söz geçiremezler, onları durduramazlar.
Esasen—başta da ifade ettiğimiz gibi—bünyeleri, genetik yapıları, çalışma sistemleri ve sair karakteristik özellikleri birbirinden farklı olduğu için, onlar hakkında herhangi bir “barış konsepti”ni oluşturamaz, böyle bir ucûbeyi vücuda getiremez ve nihayet uzlaşmayı sağlayacak müşterek bir deklarasyona imza attıramazsınız.
Velhasıl, ortada bir “ümitsiz vak’a” görünüyor.
İşin içine başka başka unsurların girmesi, keza, operasyon ve karşı-operasyonların birbirini takip etmesiyle, mesele büsbütün çetrefil hale gelip sarpa sarmış bir vaziyete büründü.
İkisi de takattan düşecek
Şimdi de can alıcı noktaya gelelim: İyi de, ne olacak bu kavganın, bu didişmenin sonu?
Esefle ifade edelim ki, taraflar birbirine öldürücü, imha edici darbeler indirmekten hiç çekinmeyecek, imtina etmeyecek bir hale geldi.
Biri diğerinin belini kırmaya, kökünü kazımaya azmetmiş gibi saldırırken, bir taraftan da yeni yeni müttefikler bulmaya ve mühimmat toplamaya canhıraş bir şekilde devam ediyor.
Şu ân itibariyle, kendi tarafına şeytan yardım etse rahmet, karşı tarafa melek yardım etse lânet okuyacak acip bir ruh hâleti içindeler.
Öte yandan, ikisi de kendi kulvarında, kendi hinterlandında kuvvetlidir; kuvvetinin zirvesindedir.
Ve, sahip oldukları kuvveti, adeta bütün bataryaları ateşlercesine yek diğerine karşı fütûrsuca istimal ediyorlar.
Bu gidişle, ister istemez taraflardan biri tökezleyip çöküntüye uğrayacak.
Bozguna uğrayan taraf, bütün mühimmatını kullanarak, karşı tarafı takatsiz hale getirmeye çalışacak. Adeta “Bana yaramayan dünya, sana da yaramasın” müflis mantığıyla hareket edecek.
An gelir, bir çocuk, güreşen iki pehlivanı da dövebilir haller yaşanacak.
Netice itibariyle, şahıs merkezli her iki kuvvet de, gitgide takattan düşüp siyasî ve içtimaî sahadan çekilmeye, belki de silinmeye mahkûm olacak.
Zaten, daha şimdiden insanlarımıza bu kavgalardan gına geldi, ikrah geldi. İnsaf vicdan sahibi herkes bu faydasız didişmenin bir an evvel bitmesini, ortalığın sükûnet bulmasını istiyor.
Kavgacı taraflar ise, adeta basiretleri bağlanmışcasına, her gün işi biraz daha ileri götürmekle, kavgayı biraz dah kızıştırmakla meşgul.
İnanıyoruz ki, tabandaki ekseri masum insanlarımız, bu kavgacılardan desteğini çekse, hiç olmazsa “Biz her yönüyle zarar veren bu kavganın tarafı değiliz ve olmayız” diyerek, itidâlli ve sağduyulu bir tavır sergilese, tansiyon büyük ölçüde düşer ve ortalık sükûnet bulmaya başlar.
İşte, esasen bizim yaptığımız da budur ve nihaî çarenin de bu ancak sûretle bulunabileceğine kanaat getiriyoruz. Aksi takdirde, kavgaların daha şiddetlisine şahit olma bahtsızlığını yaşarız. Allah muhafaza.
Hiç şüphesiz, işin bir de kader ciheti İlâhî hikmet yönü var ki, o da apayrı bir değerlendirme konusu teşkil ediyor.
Kaynak: YeniAsya.com.tr