Bu günlerde ne kadar da muhtacız buna....
Arkadaşlık, dostluk ve kardeşlik
Süleyman KÖSMENE
MANA OLARAK ARKADAŞLIK, DOSTLUK VE KARDEŞLİK
Bediüzzaman’ın ifadesiyle, insanın medenî bir tabiatı vardır.1 İnsanın sosyal hayatta belirli derecelerde samimiyet kurduğu, düşüncesi ve karakteri ile uyuştuğu, iş, aş, duygu ve anlayış birliği bakımından yakınlaştığı ve güvendiği kişilere arkadaş veya dost denmiştir. Arkadaşlıkta veya dostlukta nesep bağı şartı yoktur.
Eski Türklerin savaşta düşmana ok atarken bir büyük taşa veya kayaya yaslandıkları, böylece düşmana karşı arka cephelerini tahkim ettikleri, zamanla bu taşa “arka-taş” dedikleri söylenir. Arka-taşın, zamanla arkadaş kelimesine dönüşerek tarihî seyri içinde her türlü beşerî dostluklar için, “arka çıkan yardımcı” anlamında kullanılageldiği görülmektedir.
Arkadaşların sevinçte, tasada, gayede, dâvâda, anlayışta, düşüncede, zevkte, tarzda, samimiyette, güvende, duygudaşlıkta, yardımlaşmada, dayanışmada, sırda, sevgide ve saygıda birbirlerine bağlılık ve yakınlık oluşturmaları haline ise dostluk denmiştir.
Dostluğun bir adım ötesine; din için, Allah için ve ahiret için olanına da kardeşlik deniyor.
DİNİMİZİN BENİMSEDİĞİ YAPI
Dinimizin benimsediği yapıya gelince… Ahlâkın yaşanması şartıyla dinimiz bu üçünden hiçbirini dışlamaz. Fakat mü’minler arasında kardeşliği daha faziletli bulur.
Meselâ Kur’ân mü’minleri kardeş ilân ediyor: “Mü’minler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin.”2
Keza Kur’ân mü’minleri birbirinin velisi, yardımcısı, destekçisi sayıyor: “Mü’min erkekler ve mü’min kadınlar birbirlerinin velisidirler (yardımcılarıdırlar).”3 “Ey mü’minler! Din kardeşlerinizden başkasını (kâfir ve münafıkları) dost edinmeyin: Onlar size fenalık yapmakta, fesad çıkarmakta kusur etmezler ve sıkıntıya girmenizi arzu ederler. Onların size karşı olan kin ve düşmanlıkları konuşmalarından anlaşılmıştır. Kalplerinde gizledikleri düşmanlık ise daha büyüktür.”4
Bediüzzaman, iman sırrının getirdiği bağın, hakikî kardeşlik bağı olduğunu kaydediyor.5
NE ACI TABLO!
Fakat ne vahim bir durum ve ne acı bir tablodur ki, iki yüz yıldan fazla bir zamandan beri âlem-i İslâm çapında mü’minler kardeş olduklarını unuttular!
Önce aşiretçilik, asabiyetçilik, kavmiyetçilik, menfi milliyetçilik din kardeşliğini gevşetti, kudsî bağları kırdı ve kopardı. Ardından fırsat bulan tağutî rejimler, deccalist zihniyetler, sakametli istibdat din kardeşliğini öldürdü!
Şimdilerde Müslüman Müslüman’ı boğazlıyor! Bir buçuk milyarı aşkın Müslüman sessiz duâ ediyor. Çünkü ortada artık muhatap da kalmamış: Fitne, fesat, kargaşa, kaos! Fitne ve kaosun, din kardeşliği yerine ihdas ettiği değerlere bakın: Husûmet, adavet, kin, kan, barut, ateş, gözyaşı, ölüm!
Müslüman Müslüman’a çare olamıyor! Şu zaafiyete bakın! Çareyi gene gayr-i Müslim’in barutunda, ateşinde, harp cephesinde arıyor! Aman ya Rabbi! Âhirzaman insanın gözlerini karartıyor!
OYSA PEYGAMBERİMİZ (ASM) DİYORDU Kİ:
“Mü’min, mü’min için parçaları birbirini destekleyen bir bina gibidir.”6
“Birbirlerini sevmekte, acımakta, esirgemekte mü’minler, uzuvlarından biri hastalanınca diğerleri uykusuzluk ve ateş içinde kalarak onun acısına ortak olan bir vücut gibidir.”7
“Birbirinize karşı buğz etmeyin, münasebetlerinizi kesmeyin, birbirinize sırt çevirmeyin, birbirinizi düşmana teslim etmeyin, çekememezlik yapmayın. Ey Allah’ın kulları, kardeş olun! Bir Müslüman’ın, kardeşini üç günden fazla terk etmesi helâl olmaz!”8
DUA
Ya Rabbî! Ya Hâlıkî! Ya Malikî! Ya İlâhî! Şu kanlı fitne bitsin! Şu göz yaşartan fesat son bulsun! Şu husûmet, şu adavet, şu kin, şu kan, şu ateş, şu kaos sebep olan zalimleri, fasıkları ve kâfirleri yaksın ve yıksın! Müslüman’ı yıkmasın, Müslüman’ı yakmasın! Âmin!
Dipnotlar: 1- Münâzarât, s. 137. 2- Hucurat Sûresi: 10. 3- Tevbe Sûresi: 71. 4- Âl-i İmran Sûresi: 118. 5- Lem’alar, s. 220. 6- Buhârî; Kİtab-ul-Edeb, Müslim; Kitabu’l-Birr ve’s-Sila, 2585, Tirmizî: Zahd ve Neseî: İman. İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn, 2/46. 7- Buhâri; Kitab’ul-Edeb, Müslim; Kitab’ul-Birr ve Sıla, 2586, Ahmed; 4/270. İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn, 2/47. 8- Ramuzu’l-Ehadis, s. 466.
29.08.2013