Risale Haber-Haber  Merkezi
Yavuz Bahadıroğlu, Bediüzzaman Hazretlerinin "müsbet hareket" kriterlerine dikkat çekti.
Yeni Akit'teki yazısında Üstad Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin, çeşitli risalelerinde ve son mektubunda yinelediği hizmet prensiplerinin, Risale-i Nur dairesinde hareket ettiğini söyleyen herkesi bağladığını vurgulayan Bahadıroğlu, Emirdağ lahikası'ndaki 'Bizim vazifemiz müsbet (olumlu-pozitif) hareket etmektir, menfî (olumsuz-negatif) hareket değildir" diyor. "Rıza-yı İlâhîye (Allah rızasına) göre sırf hizmet-i imaniyeyi (iman hizmetini) yapmaktır: Vazife-i İlâhiyeye (Allah'ın vazifesine) karışmamaktır. Bizler asayişi muhafazayı netice veren, müsbet iman hizmeti içinde her bir sıkıntıya karşı sabırla, şükürle mükellefiz" ifadelerine yer verdi.
Hayatı boyunca "hizmetin esası" sayıp uyguladığı "müsbet hareket"in öznesinin "Allah rızası" olarak belirginleştiğini belirten Bahdıroğlu, 'Allah rızası için çalışmak "müsbet hareket"; gurur, riya, gösteriş, menfaat için çalışmak, "menfî hareket"tir. Pastadan daha fazla pay almak için rakibi vurmak, zayıflatmak, yıpratmak, zarar vermek; toplumda kavga, kargaşa ve ihtilâl çıkarmaya, huzur bozmaya çalışmak "menfi hareket"e girer. Her türlü yanlışa, hataya, şiddete itiraz etmekle birlikte sabırla göğüs germek "müsbet hareket"; bir bahane ile isyana yönelmek ise "menfi hareket"tir' dedi.
Bahadıroğlu, yazısını şöyle sürdürdü:
'Tarih bize gösteriyor ki, "müsbet hareket"i kavrayamayan  Müslümanlar, kendilerine, camialarına ve tüm İslâmî harekete büyük zararlar  vermişlerdir…
Meselâ İhvan-ı Müslimin hareketinin ilk dönemi, "menfi  hareket"in tüm mahzurlarını yaşamış ve Müslümanlara yaşatmıştır. Pek çok cana  mal olmuştur. Günümüzün El Kaide gibi hareketleri de acılara sebebiyet  vermektedir.
Yani "müsbet hareket"te imar, ihya, inşa, "menfi hareket"te tahrip, yıkım icbar (cebir) vardır… "Müsbet hareket" barışçı, "menfi hareket" kavgacı ve savaşçıdır. Savaş bir de "kardeşler" arasındaysa bunun kazananı da olmaz.
Bediüzzaman, Risale-i Nur talebelerinin hareket alanını "hizmet-i  imaniye" ile sınırlıyor ve bunun tek hedefini açıkça belirtiyor: "Rıza-yı  İlâhî…"
Yani dünyevi (dünyaya yönelik), hatta uhrevi (ahrete  yönelik) hiç bir beklentiye girilmeden, sırf Allah'ın rızasına uygunluğu esas  alarak elden geleni yapmak ve hiçbir şekilde "Vazife-i İlâhiyeye karışmamak"… Ne  dünyevi, hatta ne de uhrevi ücret beklentisine girmemek…
Düşünün: Bediüzzaman hazretleri, defalarca hapse atılırken, elleri-kolları  bağlı sürgün edilirken, zehirlenirken, idamla yargılanırken, ezan  Türkçeleştirilirken, alfabe ve kılık kıyafet değiştirilirken itiraz  etti, ama isyan etmedi. Neden isyan etmediğini soranlara, "müsbet  hareket"in önemini anlattı, "Ben Atranik'le (Yunanlı general) Enver'e (Enver  Paşa kastediliyor) tokat vurmam" diyerek, içerdeki politikacıları vurmak için,  Türkiye düşmanlarıyla birlikte hareket etmeyeceğini vurguladı. "Fena ve fani bir  adam" dediği Tevfik Fikret'in, "baki ve güzel bir sözü" ile umudunu kâinata  emzirdi:
"Zulmün topu var, güllesi var, kal'ası varsa,
"Hakkın da bükülmez  kolu, dönmez yüzü vardır;
"Göz yumma güneşten, ne kadar nûru  kararsa,
"Sönmez ebedî, her gecenin gündüzü vardır."
Dedi ki: "Bizler asayişi muhafazayı netice veren müsbet iman hizmeti  için, her bir sıkıntıya karşı sabırla, şükürle mükellefiz… Asayişin birer mânevî  bekçisiyiz."
Risale-i Nur talebelerine de şu vasiyeti bıraktı:  "Şayet sizi yanlış anlayarak yahut büsbütün anlamayarak, ihlâs ile yaptığınız bu  imân hizmetine mukabil sizlere sıkıntı verirlerse, sakın menfî hareketlere  tevessül etmeyin; sıkıntıları sabırla ve şükürle karşılayın."